Saklı Cennet 

(Bu yazının okunması yaklaşık olarak 6 dakika sürmektedir.)

Kâf dağının ardında saklı bir ülke diye bir yer sahiden var mıdır? Yalansız, kibirsiz, safça yaşanan; kavganın, şiddetin olmadığı, acının teğet bile geçmediği bir ülkenin varlığı sadece hayalden mi ibarettir? Tüm bu soruların cevaplarını bulmak için kendini adamış, diyar diyar dolaşmış, yollarda büyümüş, büyürken üşümüş bir tavşan düşünün. İşte tam da şu an o tavşanın, dostum Lio’nun hikayesi tıklatıyor gönül pencerenizi. Büyümenin soğukluğunu bir dost selamının sıcaklığıyla değiştirmek için paylaşıyor sizinle yaşamının gizini. Ruhunun yansımasının resminin çizilebilmesi içinse aracı kılıyor beni. Bense sözü daha fazla uzatmadan bu cesur yaşamın hikayesini sizlere aktarmaya başlıyorum… 

Kâf dağının ardındaki saklı ülkeyi büyükannesinin anlattığı masallardan öğrenmiş, böyle bir yerin var olduğunu zihninde canlandırmak bile onu o kadar heyecanlandırmış ki bu heyecana tutunup o saklı ülkeyi aramaya karar vermiş. Başlangıçta bunun basit bir hayalden ibaret olduğunu düşünen ailesi, Lio’nun yola çıkmadan önce onlarlar vedalaşmak istemesiyle sarsılmış. Engel olmak istemiş ve vazgeçmesi için yalvarırcasına dil dökmüşler. Uyuması için anlatılan bir masaldan ibaret olduğunu, yaşamını bir hiç uğruna heba edeceğini ve bir ân önce bu hayalden vazgeçmesi gerektiğini söylemişler. Söylenen bunca sözün gerçek olma ihtimali bile Lio’yu öylesine incitmiş ki, bir ara onların haklı olma ihtimaline kapılıp ikna olmaktan korkmuş. Ancak  ailesinin onu kandırdığından ikna olamayacak kadar eminmiş, diğer tavşanlar gibi bir hayat sürmesini yani ‘herkes gibi’ olmasını istediklerini biliyormuş. Alışılmışın koynunda yaşayanlar, yeni atlas arayanları onaylamaz, desteklemez ve benimsemezlermiş; çünkü cesaret onlar için uzak ve hiç var olmamış bir kıtaymış. Lio ise buna aldırış etmeyecek, geri adım atmayacak kadar cesur ve meraklıymış. Kandırılmanın yakıcılığı ve ailesinin desteğini alamamanın hüznü ilk hayal kırıklığını oluşturmuş, o da heybesine en çok bu duyguyu yükleyip koyulmuş yola; üstelik henüz yetişkin bile değilmiş. Masalların uyutmak için değil büyütmek için olduğuna inanmaya işte o zaman başlamış.  Günlerce haftalarca yürümüş, çoğu zaman bir ağacın altında soluklanıp, tekrar koyulmuş yola. Köyler bulmuş yemyeşil; dereleri coşkun, çiçekleri dolgun… Görür görmez burası kesin aradığım yer demiş, çalmış rastgele kapının birini. Hırçın ve öfkeli bir tavşan açmış kapıyı, Lio  gülümseyerek selam vermiş; oysa birkaç dakika sonra bu yüzüne kapanan ilk kapıya dönüşecekmiş. İyimserliği ve heyecanı, kalbinin kırılmasının önüne geçmiş, yeniden farklı farklı pek çok kapıyı çalmış ama değişen tek şey kapanan kapının şiddeti olmuş. Başlarda, yabancı olduğu için onu istemediklerini, hırçınlıklarının nedeninin bu olduğunu zannetmiş ama sonra kavramış meseleyi, burada yaşayanlar birbirlerini de istemiyorlarmış. Nereden geldiğin, kim olduğun, ne yaptığın onlar için önemsizmiş. Bu güzelim memleket, içsel kavgalarını bastırmak için dışarıya nefret saçan tavşanlarla doluymuş. Tekrar düşmüş yollara…  

Günlerce yol gitmiş, yol boyu düşünmüş, düşündükçe üzülmüş; ilk yenilgide vazgeçip ailesinin yanına dönmeyecek kadar da yürekli ve gururluymuş. Koca dünyada böyle bir yer neden olmasın, pes etmeyeceğim diye diye sayısını bile hatırlayamacağı kadar çok memleket gezmiş. Davranışların nazik göründüğü yerler çıkmış karşısına, biraz zaman geçirmesiyle yeniden yollara düşmesi bir olmuş çünkü davranışların nazik olduğu yerlerde düşünceler kaba, samimiyetle gülen yüzler yalnızca maskeden ibaretmiş. Yıllarsa hiç acımadan Lio’nun peşi sıra akıp gitmiş; gençliği yetişkinliğe, yetişkinliği yaşlılığa dönmeye başlamış ama ne Kâf dağını bulabilmiş ne de ardındaki saklı ülkeyi. Geçen bunca zaman, tanıştığı binlerce tavşan, hayattan öğrendiği  onca acı gerçek; yüreğinde gençlik, hayal ve idealler barındıran Lio’yu yorgun, kırgın ve alıngan bir ihtiyara dönüştürmüş. 

Onu ilk gördüğümde dere yolunun üzerinde bulunan bir ağacın altında dertli dertli oturmuş düşünüyordu. Gülerek yanına yaklaştım, konuşmaya başladık; bir dost sıcaklığına, samimi bir sohbete duyduğu açlığı gördüğümde sarsıldım. Benim yaşadığım yerde asla böyle açlıklar olmazdı. Gözlerinin ardındaki hüznü sordum, kırgınlığın yarattığı olgunlukla cevap verdi:

-Bütün ömrümü harcadığım şey koca bir düşten ibaretmiş. Gerçek sanıp yollara düştüğüm, aradığım; uğruna yaşlandığım, yıprandığım ve yaşamımın amacı saydığım şey koca bir yanılgıymış. Yorgun ve kırgınım. Saflığıma, düşperestliğime hayıflanmaktan başka hiçbir şey kalmadı elimde. Ailemden, evimden uzakta hiç bilmediğim ama artık merak bile etmediğim bir memlekette bir ağacın altında oturmuş kendime kızıyorum. Gözlerimin hüznü kadar doğal bir şey olabilir mi sence? 

Verdiği cevap beni çok sarsmıştı, onca yıl peşinde koştuğu şeyi gerçekten bulamamış olmasına çok üzülmüştüm; dayanamadım ve sordum:

-Bütün ömrünce aradığın bu şey neydi? 

-Kâf dağının ardında saklı bir ülke varmış, ben çok küçükken büyükannem anlatırdı. Sonrasında beni uyutmak için uydurduğu bir yalan olduğunu söyledi ama ben inanmadım düştüm yola. Aradım, yıllarca aradım… Meğer gerçekten bir yalanmış. 

Şaşırdım ve güldüm, bundan rahatsız olduğunu fark ettiğim ân daha fazla bekletmeden söze başladım.

-Şu dağı görüyor musun? Biz o dağa Kâf Dağı diyoruz ve burası da o Kâf Dağı’nın ardındaki o ülke. Güldüm, çünkü buranın bu kadar özel ve önemli olduğunu bilmiyordum. Şaşırdım çünkü dünyanın her yanının böyle olduğunu düşünüyordum. Üzüldüm de çünkü senin böyle bir yerde yaşama ve böyle bir yeri bulma hayali kurman dünyanın diğer güzel memleketlerinde nasıl hoyratça yaşandığını gösterdi. Yeşilin her yerde aynı yeşil, mavinin her yerde aynı mavi olduğu bir dünyada, burasının bu kadar hayali olarak algılanması beni çok üzdü. Benden dönüp sana gelecek olursak hoş geldin, burası aradığın o ülke; Kâf Dağı’nın ardındaki saklı bahçe…

Dün gibi hatırlıyorum Lio’nun sevincini… Uğruna ömrünü harcadığı şeyin bir düş değil sadece bulunması gereken bir giz olduğunu fark edişi, gözlerinden sevinçle akan birkaç damla yaş, sevinçten bana sımsıkı sarılışı, onu diğer tavşanlarla tanıştırışım ve aradan geçen bunca zaman… Bugün dostluğumuzun üzerinden geçen onca yıla karşın aynı saklı mahcubiyetle sarıyoruz birbirimizi. Yıllarca bir sır olarak sakladığı yaşamını yolda olanlara bir umut ışığı yakabilmek uğruna saklamaktan vazgeçişinin şerefine yazıyor ve sonu sonsuzluktan gelen dostumun, gizli zaferinin haklı gururuyla noktalıyorum bu yazıyı. Anlatması bendendi, umudu görmesi sizden…

Yazar: İrem Tokyürek

Görsel Kaynak: https://dream.ai/create

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.