Zaman ve İnsan

(Bu yazının okunması yaklaşık olarak 3 dakika sürmektedir.)

Zaman her derdin devası derdi büyükler, her şeyin ilacıysa zamanla kalplerimizde açılan bunca boşluk nedendi? İlaç, iyi eden şifa kaynağı değil miydi? Öyleyse zamanla eksilmemize, hissizleşmemize sebep neydi? İyileştiren şeye mi zaman diyorduk yoksa hissizleşen ve alışan yüreğimize mi iyileşti gözüyle bakıyorduk? Zamanla şifalanıyor muyduk sahiden yoksa sadece zehirleniyor muyduk? 

Hatalar vardı bir de yaşamanın en somut örneği olan o hatalar, hatalarımız. En büyük öğretmenimiz olan, bize çelme takan yine biz olduğumuz için affetmeye en yatkın olduğumuz ama kendimizi de suçlu hissetmekten ve suçlamaktan bir türlü geri alamadığımız o kocaman hatalar. Zaman en çok da onları iyileştirir, sarar ve unuttururmuş, öyle diyorlar. 

İnsan bu ya; unuttukça yaşar, yaşadıkça unuturmuş. Çocukluğunu unuturmuş mesela, toz bile kondurmaya kıyamadığı hayallerini unuturmuş; “gerçek” adı verilen ve devasa oranda neferi olan bir ordu tarafından esir alındıktan sonra; özgür bırakılmasının tek koşuluysa bu ordunun bir neferi olmasıymış. İşte tam bu noktada zaman girermiş devreye, “gerçek” ordusunun baş komutanı olan zaman. Yaş hanesinde değişen sayılar karşılığında hayallerini bu lidere teslim edermiş, insan. Zamansa en büyük kıyağını geçer, bu gizi unuttururmuş. İnsan neyi geride bıraktığının farkına bile varamadan unutur gider, bir de buna şifa dermiş.

Bulutlarda gizlenen ejderhalar yokmuş artık; gizli kıtada yer alan Kâfdağı da yokmuş, deniz kızları da ormanlar kralı papağan da, hiçbiri yokmuş artık. Sadece gerçekler varmış, hoyrat mı hoyrat, hazin mi hazin o gerçekler. Hayallerimizi ve yaratıcılığımızı bize unutturarak şifa veren zaman, gerçeklerin bu hoyratlığını unutturmaz, gözlerimizin ardına kazırmış. Bir de buna göğsünü kabarta kabarta “büyümek” der, insan da “büyüdüm” sanırmış. 

Gücü göreceliğinden gelen zamanın, hayallerini unutturmaya gücünün yetmediği bir kesim varmış. Ömrüne değer biçilen sayılar ne kadar değişirse değişsin, bulutlardan şekiller yapmaktan, gölgeleriyle dans etmekten, çizgilere bastığında oyunu kaybedeceğini düşünmekten vazgeçmeyen bir kesim… Hayallerini her şeye rağmen korumayı başarmaları onlara yine de gerçek özgürlüğü vermeye yetmezmiş çünkü ruhlarının en diplerine kazınmış olan ‘gerçekler’ peşlerini hiç mi hiç bırakmazmış. Onlarsa, özgürlüğü kazanacaklarına inanarak anlaştıkları zamanın “gerçekleri” ve kopamadıkları “hayalleri” tarafından esir alınırlarmış. Zaman yine durmaz, buna da yeni bir isim armağan edermiş; “büyüme sancısı”.

Yaşamsa “büyüyenler” ve “büyüme sancısı” çekenler arasındaki o soğuk denizde bir o yana bir bu yana dalgalanıp dururmuş. Yine zaman, hiç utanmadan buna da “ömür” dermiş. Ve insan; gerçekten yaşayıp yaşamadığını bile anlamadan, “zaman” ile imzaladığı gizli pakta sessizce sadık kalırmış. 

Hatalar, tecrübeler, yaşadığımız zamanı iddia eden sayılar değişir dururmuş da gözlerimiz yine de yaşamı ararmış çünkü yaşam, zamanın bütün baskınlığına rağmen yaşammış ve insan en çok yaşamayı severmiş. Büyüyenler, büyümeye çalışanlar ve bir türlü büyüyemeyenler; hiç tükenmeyen bir umutla yaşama sarılır, “zamanı” yok sayarak yaşamaya çalışırmış.

*Müzik önerisi: Can Kazaz- Öncesi Sessizlik

Yazar: İrem Tokyürek

Görsel Kaynak: https://tr.pinterest.com/pin/1116681670079988142/

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.