Bir Hayat, Bir Anlam, Bir Sevgi

“Sorun tam olarak burada! Herkes anlatmak istiyor, kimse dinlemek istemiyor. Herkes anlaşılmak istiyor, kimse anlamak istemiyor. İnsanlar kendilerini ifade etme yolunda o denli kayboldular ki, o denli parçalıyorlar ki benliklerini, etrafı anlamaya yönelik algılarına karşı kör ettiler zihinlerini. Sevmeyi bilmiyorlar Bahar, insanlar sevmeyi bıraktı. Daha ne olsun?”

(Bu yazının okunma süresi yaklaşık olarak 4 dakika sürmektedir.)
İnsanın içine gömdüğü bazı duyguları dirilten şey sanattı.
Bazı müzikler değerliydi nezdimde, öyle ki dinlemeye dahi korkardım. Korkardım çünkü o notalar beni hayattan koparır, o ân nerede olmak istiyorsam oraya götürürdü. Daha benim bile nerede olmak istediğime dair tek bir fikrim yokken, o müzik bunu yapardı. Ne geçmişe ne geleceğe, tam olarak olmak istediğim yere…
Bazen bir romanı okurken tek satırına takılıp kaldığım olurdu. Bir kişinin yazdığı tek cümle öyle açıklardı ki kördüğüm haline gelmiş duygularımı, yalnızlığıma çözülmez zincirler çeker ve ait kılardı beni bir ânda hayata. Bazen ise onlarca tablonun arasında dolandığım vakitlerde tek bir tabloya kitlenirdim. Yüreğimde acı veren duygular dostlarını bulmuşlar gibi izlerdi tabloyu uzun uzadıya. Tablolar yeri geldiğinde tenha bir gecede saklanmış mutluluğu, yeri geldiğinde hayatımdan çıkarmak istediğim insana olan bağlılığımı anlatırdı.
Ben tüm bu karanlığın belirsizliğinde saklanan duygularımın etrafına kalın duvarlar örerken, bazen adlarını dahi aklımda tutamadığım sanatkârlar yıkıverirdi tüm duvarları. Aydınlatırdı açığa çıkarmaktan korktuğum duygularımı.
O sanatkârlardan birisi tam karşımda oturuyordu.
Yorgundu, son birkaç gündür hissedebiliyordum bunu. Fakat ne için olduğunu bir türlü kavrayamamış, yorgunluğunun nedenlerine dair ağzından tek bir kelime alamamıştım. “Kalbim çok acıyor.” derdi sürekli fakat kalbinin acısına sebebiyet veren duyguları ve yaşantıları hakkında dilinin ucuna gelen yakarışları yutardı. Belki de konuşmak için bile yorgundu.
“Bazen beni kimsenin anlamadığını hissediyorum.”
Sahnenin ortasında, ince parmaklarını devasa bir piyanonun tuşlarında gezdirirken dalgınlıkla gözlerini bir yere dikmişti. Birkaç saat sonra içeriye seyirciler doluşacak, o da günlerdir üstünde çalıştığı performansını sergileyecekti fakat neredeyse hiç heyecan yoktu içinde.
“Kimse anlamıyorsa beni, ne anlamı var ki sanat yapmanın?” dedi bu sefer.
“Sen kendini anlatabilmek için mi sanat yapıyorsun?”
Tuşların üzerinde gezinen parmakları durakladı, “Bu bir suç mu?” dedi kendini sorgularcasına. “Sanat denen varlık, insanın hayattan anladıkları ve anlattıkları ile bir anlam kazanmıyor mu?”
“Suç olduğunu söylemedim.” dedim hemen. “Evet, insanın kendisini anlatma çabası bir sanattır. Anlaşılmaya çalışan insanlar olarak hepimiz sanatkârlarız. Fakat her ne kadar kendini binlerce parçaya ayırarak ve o parçaları içine katarak bir sanat koysan da ortaya, insanlar yalnızca kendilerinden bir parça bulacak orada. Sen ise kendini anlatma çabanın altında boğulacaksın bir süre sonra.”
“Sorun da burada.” dedi ilk defa gözlerine kadar ulaşan bir heyecanla bana bakarken. “Sorun tam olarak burada! Herkes anlatmak istiyor, kimse dinlemek istemiyor. Herkes anlaşılmak istiyor, kimse anlamak istemiyor. İnsanlar kendilerini ifade etme yolunda o denli kayboldular ki, o denli parçalıyorlar ki benliklerini, etrafı anlamaya yönelik algılarına karşı kör ettiler zihinlerini. Sevmeyi bilmiyorlar Bahar, insanlar sevmeyi bıraktı. Daha ne olsun?”
Kalbine ağırlık yapan şeyin ne olduğunu o ân anlamıştım:
Çok seviyordu.
Öyle seviyordu ki, sevdiği kişi onu anlamadığı ân dilerse tüm dünya arkasında olsun, yine de yapayalnız hissediyordu. İsterse tüm dünya sevsin onu, sevdiği kadın ona tek duygu beslemediği sürece sevginin varlığına olan inancını yitiriyordu. O kadının hayatında bir türlü var olamadığı için artık kendi hayatından nefret eder hâle gelmişti. Onu anlayan çok kişi vardı belki, fakat dilediği tek şey sevdiği o kadına anlatabilmekti kendisini.
“Beklentiler kalbini daha çok yorar…” diyebildim. “Sen anlaşılma umudunu bir kalpte hissedeceğin sevgide arıyorken bir ânda yapayalnız hissedersin kendini hayatın ortasında.”
“Zaten yalnızım…” dedi. “O beni anlamadığı sürece yalnız kalacağım. Anlamı var mı bu hayatın eğer onun kalbinde bir yerim yoksa?”
Dakikalar sonrasında piyanosunu çaldı. Belki salona doluşan yüzlerce seyirciden her biri farklı bir anlam çıkardı o notaların içinden fakat ben ilk defa bir sanatkârın duygularını hissettim sergilediği sanatında. Hayatın anlamını ufacık bir kalpte arayan bir insanı dinledim.
Bazen zihnin ücra köşelerine saklanmış hatıralar, dinlemeye korktuğumuz müziklerin notalarında gizli olabiliyor. Bazen bir romanın alıntısı, kalbinin en derinlerinde açıklamaya güç bulamadığın o hisleri kelimelerle somutlaştırabiliyor. Bazen alelade çizgilerin bütün oluşturduğu bir tablo, insanın asla dile getiremediği duygularının tercümanı haline gelebiliyor…
Zaten hayat denen varlık, insanın sanattan anladıkları ve anlattıkları ile bir anlam kazanmıyor mu?
Yazar: Beyza Dilara Meşeci
Görsel Kaynak: https://tr.pinterest.com/pin/684969424603165517/

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.