Doğumla Başlayan Ölüm

(Bu yazının okunması yaklaşık 3 dakika sürmektedir.)

Sadece doğmakla başladı çilesi insanın. Doğduğu anda kaybetti “insan” olma şansını. İlk yenilgisi buydu. İnsanlığıyla değil cinsiyetiyle andık onu önce. Yalnız cinsiyeti yüzünden türlü türlü yakıştırmalara, kalıplara sığdırmaya başladık. Sonra bir isim verdik, ayırt edilebilsin diye. O ismi bile kendi ütopyamızı süsleyen karakterlerden aldık. İnsanın bunlardan haberi yoktu. Doğduğu yeri kazıdık aklına, “memleket” bilsin diye. Hatta öyle bencil davrandık, hiç gitmediği topraklara ait olsun istedik, sırf biz de oradan geliyoruz diye. Sadece var olarak yitirdi insanlığını, biz izin verdik. Tek bir söz söylemese, bir adım atmasa, öylece dursa, birilerinin nefretine maruz kalmaya hazır hale geldi. Yalnız, doğarak. Hiç adını duymadığı insanların kavgasında bir yeri vardı artık. Tarihin kanlı savaşları bu yeni doğan için yapılmış ama ona sormamışlardı. Birileri onun adına dinini hatta mezhebini seçmiş. Bir topluluktan kabul gördüğü gibi bir diğer topluluktan aforoz edildi. Dünyaya gelerek. 

“Dünyaya gelmek bir saldırıya uğramaktır.” derken, yanılmıyordu şair. İnsan herkesi kucaklardı aslında, doğduğu haliyle kalsaydı. Biz ona nefreti öğrettik, o kimseye sarılamadı. Günler onu büyütürken öğrettiklerimiz de arttı. Bir heykeltıraş gibi şekillendirdik insanı. Vurduk, kırdık, bir görüntüye sığdırdık. İlk adımını attığında yürüyeceği yolu seçtik. Ne kadar uzağı düşleyebileceğine karar verdik. O koştukça biz durdurduk, o bağırdıkça biz susturduk. İnsanı bir ürün yaptık. Özgür düşünceden, anlayışlı sevgiden arındırdık, içi boş kapalı bir kutuyla karşı karşıya kaldık. Sonra döndük ve dedik ki “Neden konuşmuyorsun, neden gülmüyorsun?”. Bin bir çabayla hayattan soğuttuğumuz insanı, soğuk olduğu için yargıladık. Hangi kahkahası sahici olabilir, kendi bedeninde başkasının hayatını yaşarken. Neden laf anlatsın, zaten onlar her şeyi istedikleri gibi anlayacakken. Önümüze romanlar dizse, onu hiçbir zaman dinlemeyeceğimizin garantisini verdik. O yazmaktan usanana kadar biz göz ardı ettik. Büyüklerin sofrasına oturabilmesi için büyümesi gerektiğini söyledik. Oysa onun küçük kalbi, hepimizin taşıdığından büyüktü. Onun saf insanlığından bir şeyler öğrenebilirdik, “anne” diyene kadar konuşamadığını varsaymasaydık. 

Günler onu büyütmeye devam etti. Ve insan sustu. Küçük not defterlerine yazdığı iddialı cümleleri bir kenara attı. Değiştirmeye yemin ettiği düzenin bir parçası oldu. İnsan, yoksulluğu gördü. Sustu. Acıyı gördü. Sustu. Onu içten içe yiyip bitiren rahatsızlığını kendisinden bilip sesini çıkarmadı. Hüznü sahiplendiğimiz kadar sahiplenmedik umut etmeyi. O eski not defterlerindeki cümleler silindi zamanla, sadece umut kaldı. Onu da biz beğenmedik. 

Eskiden masalların sonu mutlu biterdi böylece huzurla uykuya dalardık. Büyüdük mutlu sonların sadece masallarda olduğunu gördük. Kötülerin kazandığı bir dünyayla karşılaştık. Mutlu sonlarla büyüyen çocuklara yakışmadı bu düzene teslim olmak. Bize yakışan, tutunmak içten gülüşlere; ufuktaki güzelliğe dikerken gözlerimizi, sarıp sarmalamak küçük kalpleri. Belki geldiğimiz gibi insan olarak gidemeyeceğiz buralardan ama söyleyeceğimiz bir güzel cümle günün birinde tanımadık bir kalbe umudu hatırlatsa bir şey yapmış olmaz mıyız? Tek bir şey. Huzursuz gecelerimizin anlam bulduğu tek bir söz. Sanırım ben sadece o sözü söylemek için yaşıyorum. 

Yazar: Neslişah Kahraman

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.