Yaşayan Ayna

Çevresindekilere uyumaktan başka bir anlam ifade etmeyen gece, onun için aydınlıktı. Onun için gece, çirkinliklerden kaçış yoluydu. Ve onun için gece, nefes almaktı. Gündüz vaktini gecenin hayalini kurarak geçirir, geceyi ise bitecek olmanın hüznü içerisinde yaşardı. Bu hayatta yaşadığını hissettiği tek “an” olan gecede bile mutlu ol(a)mazdı. Mutluluk nedir biliyor muydu ki?

En son ne zaman mutlu olduğunu düşündü. Çocukça sevinçleri dışarıda tutacak olursak; bu soruya bir cevap veremedi. Mutsuzluk, doğumundan beri içinde yaşıyordu sanki. Ortaya çıkacak uygun zamanı beklemiş, beklerken de kendini büyüterek yenilmezliğe ulaşmıştı. Zamanı geldiğinde o kadar hızlı davrandı ki, ne olduğunu anlayamadan kendisini boşluğun ortasında buldu. Karşı koyması mümkün değildi çünkü ne olup bittiğinin farkında bile değildi. Farkına vardığında ise, halinden o kadar da şikayetçi olmadığını fark etti. Yalnızdı. 

En sevdiği şeylerden birisi gecenin çocuklarıydı. Yıldızlara gecenin çocukları ismini koymuştu. Hava kararıp da ay ortaya çıktı mı pıtır pıtır kendilerini belli ederdi gecenin çocukları. Tabii bu eskidendi. Zaman geçtikçe, insanlık doyumsuz oldukça doğayı ele geçirmeye başladı. El değmemiş göklere kadar uzanan dev binalar yaptılar. Görsel zevk uğruna havai fişek patlattılar. Ağaçları, gölleri, denizleri kuruttular. Bunları gören gece, çocuklarını korumak istedi ve onları çirkin insanlardan uzaklara götürdü. Gökyüzü hala aynı gökyüzü evet. Fakat kimimiz görüyoruz gecenin çocuklarını, kimimiz göremiyoruz. 

Gecenin insanlıktan gözü gibi sakındığı çocuklarını görebilmek uğruna taşınmaya karar verdi. Yapması gereken eşyalarını toplamak, biletini almak ve yaşadığı evden defolup gitmekti. Ev arkadaşı, kendisinin tam zıttı bir karakterdi. Geceye olan derin bağını her sefer alaya alırdı. Zira taşınma kararını açıkladıktan sonra aldığı tepki pek de farklı olmadı. Deli miymiş de birden kalkıp bilmediği yerlere gidiyormuş. Arkadaşı konuşurken içinden şöyle düşündü: Yaşamak da bu değil midir zaten? Aniden, bilinmeyen yerlere gidebilme özgürlüğü. 

“Aniden, bilinmeyen yerlere gidebilme özgürlüğü.” 

Günlüğüne yazdığı bu cümle oldukça hoşuna gitmişti. Bir gün kitap yazacak olursa bunu kesinlikle kullanmalıyım, diye düşündü. Daha fazla devam etmek istemedi. Kapattı günlüğün kapağını. Hoş, devam etmek istese de ne yazacağını bilemedi çünkü yaşamanın ne olduğunu düşünmeye dalmıştı. Bir soruya daldı mı kimse çıkaramazdı onu. Dalgıç misali dalardı düşünceler arasına. Birbirinden farklı düşüncelerin arasına o kadar iyi adapte olurdu ki hiçbiri fark etmezdi bu yabancıyı. Yabancıyı diyorum çünkü kimi zaman kendi düşüncelerini bile tanıyamazdı. 

Kimdi? Neredeydi? Ne yapardı? Cevabı yok bu soruların. Bilmez, bilmek de istemezdi kim olduğunu. İçten içe korkuyordu çünkü. Ya istemediği biriyse? Veyahut sıkıcı biriyse? Ya da kötü olarak tanımladığı işleri yapmış birisi ise? Kim olduğunu bilmek onu ürküten bir meseleydi. Bu yüzden kim olduğunu bilmezdi. Kendisine kim olduğunu soranlara da şu cevabı verirdi: Yaşayan ayna.

Kendisini ayna olarak tanıtmak, en doğrusuydu onun için. Çünkü etrafındaki canlılar ona nasıl yaklaşırsa, o da o şekilde yaklaşırdı. Bu yüzdendir ki arası en çok hayvanlar ve çiçeklerle iyiydi. Aynı dili konuşmasalar da o, ortak bir dil bulmuştu anlaşacak. İnsanlarda ise ne yazık ki işe yaramadı. İçten pazarlıklı, sinsi, çıkarcı insanlar onu bu hayattan bezdirmişti. Ne zaman birisi ile konuşmak istese, konunun birden karşısındaki insana döndüğünü fark ederdi. Kimse kendisini merak etmiyor, anlatacağı macera dolu hikayeleri merak etmiyordu. Varsa yoksa yaşadıkları ufak tefek olaylar. 

O da insanları kendi haline bıraktı. Bundan sonra kendisini insan olarak nitelendirmeyecekti. Zira karşısındakilere baktığı zaman kendisine insan demek, hakaretlerin en büyüğü olurdu. İnsanları kendi haline bırakacak ve birbirlerini yiyip bitirerek yok oluşlarını izleyecekti. İşte o zaman en sevdiği menekşeleri ve hayvan dostları ile huzurla yaşayabilecekti. 

O anda kendisi için yaşamın ne ifade ettiğini buldu. Yaşam ne istediğin an bir yere gidebilmek ne de dilediğini yapabilmekti; yaşam, huzura sahip olmak demekti. Zira huzura sahip olmayan insan sadece gün doldurur, hakkıyla yaşayamazdı. 

Toplumun huzuru yerine kendi huzurumuz için çabalayacağımız günlerin gelmesi dileği ile. Zira toplumun huzurunun temeli, bireyin huzuruna dayanır. 

Yazar: Damla Satıroğlu

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.