Çocuğun Hakettiği Yer

-“Çocuk dediğin laf dinler, anne babanın sözünden çıkmaz.”

-“Eve para lazım. Küçük oğlan okuldan sonra oto yıkamaya gitsin de bi’ faydası dokunsun.”

-“Benim çocuğumun dersleri çok iyi  teyzesi. Kemanla İngilizce kursuna da gidiyor, yazın da basketbola başlayacak.”

-“Ver on bin lirayı al kızı. Küçükken evlenmesi daha iyi hem gittiği yere çabuk alışır.”

Yukarıdakiler sadece birkaç örnek. Çocuklar da genellikle bu kategorilerden birine giriyor. Sürekli manipüle ediliyorlar ve istemedikleri şekilde yönlendiriliyorlar. Bu en eski çağlardan beri böyle.

Eski Yunan’dan 20. yüzyıla kadar çocukluk kavramı günümüzdeki anlamını taşımıyordu. Belli bir yaştan sonra çocuklar yetişkin kategorisinde sayılıyordu. Onlara özel giysi, oyuncak eşyalar vs. yoktu. “Yetişkinlerin az gelişmiş hali” denebilir o dönem çocuklarına bakış açıları için. Fakat günümüzde bilimsel ve toplumsal gelişimle beraber çocuğun değeri daha çok anlaşıldı. Yetişkin olmak için çocukluktan sonra başka dönemlerin de girdiği anlaşıldı. Saygı duyulması gereken, değer verilmesi gereken ve özel ilgi isteyen insanlar oldukları görüşü yavaş yavaş kabul edildi. Böylece çocuk artık toplumda kabul edilen bir kavram ve çocukluk da üzerinde düşünülen bir dönem oldu. Zamanla değişen bu bakış açısı aslında çocuğa farklı sorumluluklar da yüklemedi değil. Aile, toplum ve devlet tarafından.

Aileler hep çocuklardan bir şey bekler yönde. Ek derslere yolluyorlar, derslerinde en iyi olsun diye. Yabancı dil, spor, müzik kurslarına yolluyorlar, her alanda söz sahibi olsun diye. Kendi anne babalarının onları yönlendirmesi gibi, kendini gerçekleştirmesini engelledikleri gibi onlar da çocuklarına bunu yapıyorlar. Özgür alan tanımıyorlar, kendi yolunu çizmesine izin vermiyorlar. Halbuki herkes sporcu olmak, müzisyen olmak zorunda değil. Bunların hepsini aynı anda yapmak da çocuğa ağır bir yük. İstediği ve seçtiği alanda ilerlemek onun hakkı. Bunların hepsini aynı anda sunan aileler, onları ne kadar sıkıştırdığının farkında değil. Çocukları kendi istedikleri standartlarda olmazsa bu sefer mutsuz ve şikayetçi oluyorlar. Çocuklar da yüklenen aşırı sorumluluğu taşıyamayınca suçluymuş gibi azar işitiyor, kendini baskı altında hissediyorlar. Toplum onlardan uyumlu, sessiz olmasını bekliyor. Devlet onlardan itaatkar olmasını bekliyor. Aile, toplum, devlet vs. baskısının yanında yaşamaması gerekenlerle sorumlu olan çocukların sayısı azımsanamayacak kadar çok. Bunun en başında savaş var.

Savaş bir çocuğun yaşayacağı en kötü şey denebilir. Sokakta dünyanın her yerindeki çocuklar gibi oyun oynarken mayına basma ihtimalini göz önünde bulundurmak, üzerinden bomba yağdırılması, ölen arkadaşını, kardeşini, anne ve babasını görmek atlatılması zor bir travma olsa gerek. Savaş demek çocuk ruhunu öldürmek demektir, hayallerini sevdiklerini çalmak demektir. Hiçbir çocuk bunları yaşamakla yükümlü değil fakat çocukluğunu elinden alan ve ona en ağır sorumluluğu travmayla beraber yükleyen şeydir savaş.

Bir çocuk belki savaşı yaşamaz ama hastanede geçen çocukluk da ağırdır küçük omuzlara. Arkadaşlarından farklı bir ortamda ve uzakta olmak, sürekli kablolar içinde yaşamak..  Değişen fiziksel durumu da çocuğun öfkelenmesine, içine kapanmasına, düşük özgüvene veya depresyona girmesine neden olabilir. Çocuğun hak ettiği oyun ve sevgiyken iğnelerin, kemoterapilerin hayatında yer etmesiyle geleceğini etkileyen kişilik yapısı ve mizaçları kazanabilir. Hastanede kaldığı süre içinde ağrı, güçsüzlük, okuldan uzak kalmak onun için bir travma olur. Hastanede kalmak zorunda olan çocuklar için yapılması gereken onlara durumu en az hissettirecek şekilde hastane yaşamını değiştirmek. Oyunlarla, etkinliklerle, küçük gezilerle ve oyuncaklarla en az hissetmesini sağlamak. En önemlisi de tedaviyi en hızlı ve en az zarar göreceği şekilde uygulamak ve tedavi yöntemlerini sürekli geliştirmek.

Hayatın başında olan küçük bedenler ailenin bütün sorumluluğunu da yüklenebiliyor yeri gelince. Evde çalışacak kimse olmayınca veya kazanılan aile nüfusuna yetmeyince çalışmak, para kazanmak, ailenin ihtiyaçlarını karşılamak onların görevi oluyor. Kimi zaman okulu bırakıp, oyunu bırakıp sabah gün ağarmasıyla birlikte uyanarak soğukta kağıt toplamaya, ayakkabı boyamaya, simit satmaya gidiyor; kimi zaman bir tamirci çırağı olup ezilerek, dayak yiyerek büyüyor. Yaşanan kazalar sonucu oluşan sakatlanmalar, yitirilen hayatlar işten bile değil. Genelde bu sorumluluk erkek çocuklarda oluyor. Kız çocuklarının da yaşadığı en büyük zorluk küçük yaşta daha önce belki de hiç tanımadığı biriyle evlendirilmesi oluyor.

Gelişmekte olan ülkelerin bir çoğunun başında olan bela çocuk gelinler. Daha ergenliğe bile girmeden başlık parası uğruna evlendirilen, gittikleri yerde dışlanan, zarar gören sevgiden uzak büyüyen kız çocukları… Hindistan, Bangladeş, Afganistan, Türkiye ve daha birçok ülke bu konuda en fazla sayının olduğu ülkeler.

Küçük yaşta evlilikler çocuk istismarı başlığı altında incelenmeli esasında. Çünkü yapılan büyük bir suç. Aynı zamanda çocuk hakları ihlali de söz konusu. Evlendirilen çocuklar psikolojik bir çok sorunla beraber fizyolojik sorunlarla da baş etmek zorunda kalırlar. Hamilelik daha kendisi çocuk olan biri için çok ağır bir yük.

Balkondan oyun oynayanları izleyip sonra ocaktaki yemeğe, çocuğuna bakmaya dönen kadınlar, kaynana, kayınpeder, koca boyunduruğu altında hırpalanarak gününü geçiren çocuklar, herkes okula giderken düğün hazırlığı yapan öğrenciler..

Hiçbir çocuk yukarıda sayılan durumları yaşamak zorunda değil. Çocuk çalışmaz, savaşmaz, evlenmez. Hastane çocuk için olan bir yer değildir. Bütün çocukluğunu yaşam mücadelesi vererek geçirmez. Çocuk her şeyiyle çocuktur. Asıl amacı ve sorumluluğu oyun ve eğitimdir. Oyun oynamak için uyanır, eğitim için bir yerlere gider. Çocuk oyunla öğrenir. Somut düşünceden soyut algılayışa geçişte oyun ve eğitim en büyük aracıdır. Daha kaliteli bir yaşamı ancak bu yolla elde edebilir. Çocuk ancak oyun, eğitim ve aynı zamanda sevgiyle gerçek yaşama yaklaşır, sosyal insan olarak hayata hazırlanır.

Geleceğin inşası da çocuklara aittir. Hak ettiği gibi büyüyen her çocuk dünya için +1 değer demektir. Düşünür, çözüm üretir ve geliştirir. Hak ettiği gibi büyüyen her çocuk patolojik insan olmaktan o kadar uzak demektir.

Çocukların hak ettiği değerle, hak ettiği şekilde büyümesi ümidiyle…

YAZAR: Ayşe ŞAMLIOĞLU

 

Ayşe Şamlıoğlu

TPÖÇG Blog Yazarı | Arel Üniversitesi Psikoloji Öğrencisi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.