
İnsan sosyal bir varlıktır. Toplum içinde yaşamayı tercih eder. Kendi benliklerini topluma göre şekillendirir. Toplumların geleneklerinin ve göreneklerinin, dini kimliğinin, sosyal yapısının, kişinin benliğinin şekillenmesinde büyük bir etkisi vardır. Kişinin öznesinin topluma göre şekillendirmesinin altında onaylanma ve kabul görme güdüleri yatar. Hepimiz bir sosyal gruba ait olmaya, varlığımızı kabul ettirmeye ve ait olduğumuz toplumda kendimize bir yer edinmeye çalışırız. Aslında toplumda kendini kabul ettirme güdüsü varoluşsal kaygıya karşı bir savunma mekanizmasıdır. Davranışların ve tutumların toplum tarafından kabul görme kaygısı insan için sorun teşkil eder. Çünkü insan kendi öz benliğini ortaya koyamaz. Kişinin flört etmesi, iş tercihleri, sosyal ilişkileri ve tutumları toplumun istek ve beklentileri göz ardı edilmeyecek şekilde belirlenir. Çoğu insan meslek seçerken toplumda saygın meslek seçme eğilimi gösterir. Kişinin ortaya koymak istediği benlik ile toplumun ortaya koyduğu ve istediği benlik arasındaki anlaşmazlık büyük kaygılara neden olur. Mutluluğun benlik tarafından algılayış biçimi değişir. Toplumsal beklentilere göre mutluluk saplantılarınız oluşabilir. Benliğinizi oluşturmayan, benliğinizin bir parçası sayılmayacak mutluluk illüzyonları hedeflersiniz. Bu illüzyonlara ulaştığınızda kendi benliğinizde bulunmayan ve aslında size ait olmayan bir nesne hedefi olduğunu anlarsınız. Bu durum ruhsal çöküntü, depresyon haline kadar giden bir durum olarak ortaya çıkabilir.
Başka tehlikeli olansa ötekileştirmektir. Toplumlar kendiliklerini oluştururken ‘’öteki’’ kavramını kullanırlar. Benlik oluşurken öteki olmayanın karşısında inşa edilir. Fakat öteki, anlamından çıkarılıp daha dışsal, kendinden olmayan anlamla daha düşman olarak algılanır. Öteki kavramı ötekileştirmeye doğru gider. Olunmaması gereken ve farklı olan olur. Öteki sansürdür, dışlanır, hor görülür. Ama toplumların reddettiği ve kabul etmediği ‘’öteki’’ aslında kendileridir. Nasıl artık ötekine göre yaşamaya başladıysak aslında öteki dediğimiz şeyde içimizde yaşamaya başlamış demektir. Mesela biz de birilerinin hem ‘’kendisi’’ hem de diğer toplumları ve kişilerin ötekisiyiz. Toplum içi uyum sağlama kaygısı güden kişilerin de benliklerini buna göre şekillendirirler. İyi olmayı, ahlaklı bireyler olmayı, doğruyu ve yanlışı ötekine göre belirler. Ötekini dışlar ve kendi olan gruplara bölünür. Bu kelimenin yanlış anlaşılması toplumsal bütünlüğün sağlanması önündeki en büyük engeldir. Farklı siyasi görüşler, farklı cinsel yönelimler, toplumdaki roller toplumun benliğinin karşısına bir öteki olarak direk atılır. Anlayışsız, birbirine tahammül edemeyen insanlar meydana gelir. Kendi benliklerini korumak için toplumlarda bir karmaşa ortaya çıkar. Bunlardan en çok etkilenense tabii ki ötekilerdir. Toplumun öteki diye atfettiği birçok olgu var ama üstünde duracağımız ‘’akıl hastası’’ olarak nitelendirdiğimiz insanlar.
Tarihin birçok evresinde tedavi adı altında işkence ötesi davranışlara ve tekniklere maruz bırakılmışlardır. Toplumdan soyutlanmış kimi zaman şeytan, cadı ya da insan dışı varlık tarafından yönetilen olarak değerlendirilerek yakılmışlardır. Bazı Alman kasabalarında gemilere bindirilerek denize atılmış kimi zaman ıssız adaya bırakılıp açlığa terk edilmişlerdir. İngiltere’de Orta Çağ’da akıl hastaları aynı hayvanat bahçesini andıran alanlarda veya yerleşkelerde sergilenir ve kraliyet ailesinin misafirlerinin eğlencesi olurlardı. Bazen hakaretlere, küfürlere varan dışlamalar yapılır ya da eğlence olsun diye domates, yumurta gibi şeyler atılarak aşağılanırlardı. Kimi toplumlarda kafataslarının içinde bir şey olduğu farz edilerek canlı canlı kafatasları delinir, içlerine şifalı olduğunu iddia ettikleri otlar konulurdu. İşin acı tarafı ise geçmişte işkenceye maruz kalmış insanların yaşadıkları içinizi acıtsa da bu insanların bugün de daha farklı şekillerde benzer durumlara maruz kalmalarıdır.
İnsanların çoğu, onların ne kadar, nasıl dışladıklarının farkında değiller. Kendi benliklerinin neye göre sağlıklı olduğunu, ötekileştirdiklerinin neye göre sağlıksız olduğunu bilmiyorlar. Bilmedikleri için sağlıksız varsaydıklarının karşısına toplum tarafından dayatılan kendi benliklerini koyarak kendilerini rahatlatma ihtiyacı hissediyorlar. Bu ihtiyaç maalesef ötekilerin özgürlüklerine hatta hayatlarına mâl oluyor. Yazılan ve gördüğünüz haberler buna en iyi örnektir. Ailesini öldüren katil “şizofren” çıktı. Özellikle üstüne basa basa söylerler. Sanki şizofreni diye tanımladığı kişiler dışındaki kişiler suçlu veya katil olamazmış gibi. Bu yüzden o insanlar daracık koğuşlarda 30 kişi kalıyor. Onlarca kişi aynı bardaktan su içiyor. En azılı katillerin bile rahat olduğu hapishaneler mevcutken bu insanlar daha tam tanımlanamayan bir şey yüzünden ceza çekmek zorundaymış gibi akıl hastanesi denilen şartların insanın olarak hiç uygun olmadığı yerlerde kalıyor. Aslında dediğim gibi sadece bu insanlar için değil bu ayrım. Bir ölüm haberi duyduğunuzda veya bir tecavüz haberi masum olduğuna inandığına üzülüyor toplumlar. “O saatte orada ne işi varmış?”, “Zaten öldürülen travestiymiş. “Aman ya Müslüman olmasın da ölen diğerleri sorun değil.” Sanki o öldürülen, tecavüz edilen insanların topluma göre ‘’ötekilerin’’ bir hayatları yokmuş gibi. Sanki onların arkasından ağlayacak bir sevenleri yokmuş gibi.
Öteki dediğimize muhtacız. Öteki aslında benliğimizi oluşturan en önemli unsur. Toplumun ötekileştirdiğini öteki diye algılarsak ne kendimiz huzura varabiliriz ne de bizim oluşturduğumuz toplum bir huzura varabilir.
YAZAR: Batuhan UÇAR
TPÖÇG Blog Yazarı | Gelişim Üniversitesi Psikoloji Öğrencisi