
(Bu yazının okunma süresi yaklaşık olarak 3 dakikadır.)
Daha az istediğimi ayıp olmasın diye seçmiştim oysa şimdi seçim yapmama bile gerek yok.
Elif Pektaş ve Meral Zeren’in renklerini tanıtarak oynadığı Şaşkın Damat filminde mutluluktan kalbi dolduran tek detay bir Bratz ve Barbie bebeğinin karşılaştırılması değil elbette: Sabit gibi görünen zihniyetleri. Aradığını bulduğun anda daha da aradığını bulduğun şey günün büyük sürpriziyse iki ayrı zihniyetin birbirlerine dönüşmeden kendi etraflarında dans eder gibi değişip ya da değişime ne gerek olduğunu düşünüp aynı kalmak gibi oturdukları yerden parıldayan bu iki kuzenin arasından bir parıltıyı seçer gibi seçmenize gerek yok. Nispeten öne çıkarmanız gereken biri de yok çünkü burada raf değil vizyon sistemi var, The Grateful Dead ve The Kinks’in inkar edilemeyen kuzenliklerinin türleri var. Elif Pektaş’ın Grateful Dead, Meral Zeren’in The Kinks’i temsil ettiği bir dünyayı hayal etmenizi deneyimlemenizi amaçlıyorum ve niye bir saniye bile düşünmeden tersi değilde bu şekilde seçip birleştirdiğimi bir nebze de olsa anlayabiliyorum…
Belki de şöyle düşünüyorum: Nispeten kuytuyu kuytuyla masum otantiği otantik masumla birleştirmenin birçok anlaşılmaz yanı olabilir ama bu anlaşılmaz yanların en risklisi kaybolmasıdır. İhtiyaç duydyuğunuzda Touch of Grey’i This Time Tomorow’la, Truckin ile Sunny Afternoon’u birleştirip yani bir araya getirip doymak isterseniz…
Doymak isterseniz…
Doymak ister misiniz?
Parodi olarak izlemeye başlayıp benden tüm gülme estetiğimi alan nam-ı düğer Arafköy’e (subur=araf,gatory=köy suburgatory=Arafköy) tıkıştırarak tekrar izleyip kendinden geçercesine bir doyum değil de en azından artık tam anlamıyla açıklayabildiğim bir şeyden çok şey olan bir’den söz etmek istiyorum. 2009 senesinde 13 yaşındaki çok nüfuslu bir ailenin kimisinden büyük kimisinden küçük olduğu bir ortanca kardeşin, kız çocuğun fazla su kullanmadan diş macunu kullanabilmek için diş macununun içini konsantre suyla doldurup oluşabilecek su tasarrufu ile ilgili projesini TÜBİTAK’a sunmasının ardından yaşam boyu burs ödülünü aldığında ondan bir yaş büyük bir akranı olarak hissettiğim şey bu orijinal ve hümanist buluşun elbette çok mutluluk vermesiydi ama bir şey daha vardı koltuğun yenilenmeye ihtiyaç yeni minderi kadar belirgin olan.
İşin aslı…
Ben fazlasıyla açtım..
Yaşam özdeyişlerle açıklanamayacak -ve bunu haketmeyecek- kadar karmaşık olsa da hep birlikte kabul etmeliyiz ki her şey açlık ve tokluk dengesi üzerine kuruluydu ve 1979’dan 1983’e kadar her yılın ciltleştirilmiş bilim teknik dergilerini yıl yıl, ay ay okumaya çalışırken ağzımın kenarlarından akan salyalar yüreğimin içten içe kabul etmeye hazır olduğu bir açlığa hazırlıyordu beni, nitekim en basit matematik sorularını bile kavramakta güçlük çeken birinin paralel şekilde yazılmış öğretmen kitabıdır para ile satılamaz kitabının tesadüfen eline geçtiği anda mutluluktan sesinin içine kaçıp kalın bir kütleye sarılarak uyumasının daha farklı bir açılımı olamaz. Doymanın ne demek olduğunu pratikte deneyimleme fırsatı olmayan biri -örneğin müfredat biyolojisini geçemezken bitki sosyolojisini, evrimsel psikolojiyi çözümlemeye çalışıp art arda üç Charles Dickens okuduktan sonra koca harflerle TÜBİTAK yazdığı halde Kör Saatçi kitabını kör bir saatçiyle küçük bir kızın zamanla sımsıcak bir dede torun ilişkisine inanması gibi…) formal, sosyal ve doğa bilimlerinde doymanın tüm anlamlarını birkaç kez anlamaya çalışarak binkaç kez de anlayarak ısırıp ısırıp kalan kırıntıları defterine tutturabilir. Koşan birinin ardından eşlik eden şarkıya elbette vuruldum kim vurulmaz ki? Üstelik doydum da hem de öyle böyle doymak değil. İlk satırlarımda kurduğum sofrayı görmediniz mi? İzlemenin ve dinlemenin erzaklarıyla hazırladığım şölenin tadına tanıklık etmeyi düşünmediniz mi? Açlıktan hayallerim sızlıyor mu bilmiyorum ama sızlanmanın ‘lojilerce’ ne anlama geldiğini biraz araştırırsam -ya da aslında buna aç olduğuma belirgin bir biçimde inanırsam- bugünü de kurtardım demektir.
Bir yerlerden tokluğu çağrıştıran kokular alıyorum.
Bir gidip bakın isterseniz ben hep buralardayım sorun yok….
Yazar: Deniz Uğur Çil
Görsel Kaynak: NASA