(Bu yazının okunması yaklaşık 3 dakika sürmektedir.)
Çayırların üzerinden olanca görkemiyle geçen güneş yeryüzünü adeta selamlıyordu. Güneşi at arabasıyla taşıyan Apollon’un ışıltısı göz kamaştırıcıydı. Çayırlarda olanca neşesiyle oynayan bir çocuk vardı. Yuvarlanıyor, koyun sürülerinin peşinden koşturuyordu. Apollon’un hoşuna gitmiş olacak ki insan formunda yeryüzüne iniverdi. Çocuğa doğru her adım attığında gökyüzü daha da gürlüyordu. Tam çocuğa yaklaşıp konuşacakken Hermes bir ânda belirivermişti. Kanatlı sandallarıyla tanrıların en hızlısı ve elçisi:
“Onunla konuşma küle dönersin. Tutkusu tanrılardan öte, insanlarsa hevesini anlamaz yanına yaklaşma. Perileri hiç sevmez, uzak durur.”
Apollon şaşkın bir ifadeyle Hermes’e bakakaldı. Hermes’in dediğine göre çocuğun üç farklı zamandaki hâli yeryüzüne hapsolmuştu. Bilgelik tanrıçası Athena için dahi bir gizem olarak kalmıştı bu hikaye. Hikayenin devamını öğrenmek adına Apollon, Athena’yı tapınağında ziyarete gidiverdi. Zamanında hikayenin peşinden koşan Athena, ona takip etmesi için bir harita verdi. O başaramamıştı. Apollon güneşi dönmesi için kendi haline bıraktıktan sonra at arabasıyla gökyüzünde yola koyuldu.
Rüzgaların tanrısı Aiolos gökteki tüm rüzgarı Apollon’un lehine çevirmişti. Çayırlar yerini yavaşça biçimsiz topraklara ve boğuk bir atmosfere bırakmıştı. Çayırın ferah havası gitmiş, aydınlık gökyüzünün yerini boğucu bir hava almıştı. Gözleriyle her bir karışı gökten tarayan Apollon’un da hoşuna gitmemişti buralar. Belli zaman sonra Aiolos’un rüzgarı esmez oldu. Çünkü rüzgar anlamsız bir şekilde buralarda esemez olmuştu. İleride yer yer bataklıkların olduğu büyükçe bir diyar vardı.
Koskoca güneşi çeken at arabasının atları ansızın ürküvermişti. Yeryüzünde tam bataklıkların başladığı noktada durmuşlardı. Apollon ne yaparsa yapsın atlara ilerlemiyordu. Son çare olarak atları geride bırakarak uçarak ilerlemeye başladı. Apollon’un haritadaki yere ulaşması toplam on beş yıl sürdü. Yıllar yılları kovalarken Hermes Olimpos’taki gelişmelerden onu daima haberdar etti. Hikayenin devamını öğrenmek onun takıntısı olmuştu. Olimpos’ta kulağı bolca çınlatılmıştı. Atlar güneşi tam on beş yıl boyunca yörüngede tutmuştu. Oysa yeryüzünü çoktan aşmış farklı bir gerçeklikte ilerliyordu. Apollon sonunda büyükçe bataklığın kenarında bir genç gördü. Hevesle hızlıca yanına uçuverdi. Bu çayırlarda gördüğü çocuğun ta kendisiydi. Genç adama dokunmadan yanına süzülerek alçaldı. İki ayağı da bataklıkta olan genci söktüğü ağaçla bataklıktan çekip çıkarmayı akıl etti.
“Hikayeni bana anlat genç adam. Yıllardır senin hikayenin peşindeyim. Neden üç farklı sen tek bir yere hapsoldun? Ben ki güneşin, sanatın, müziğin, şiirin ve ateşin tanrısı! Tanrı kahin. Derdine derman olurum.”
Genç adamın yüzünde beliren ve kaybolan anlamsız bir gülümseme vardı. Yorulmuşa benziyordu ve hırpalanmıştı. Apollon ısrarcı olunca eliyle yavaşça bataklığın yanı başındaki kuru ağacı işaret etti. Etrafta bu ağaç gibi binlercesi vardı.
“Ağaçlara dikkatlice bakmalısın.” diye fısıldadı bataklık. Denileni yapılan Apollon şaşkınlıkla etraftaki yüzlerce ağaca saniyeler içinde göz gezdirdi. Bataklık tok bir sesle:
“Kırık kalpler bataklığına hoş geldin Apollon. Her bir ağacın gövdesinde bir sevilenin siması kazılıdır. Sevenler son kez bakarak sevdiklerinin çehresine bana batarlar sonsuza dek. Destanlara konu olmuş tüm kırık kalpleri yuttum. Ama bu ölümlüyü yutamıyorum. Asırlar geçti.”
“Sevdiği nerede öyleyse? Hermes’in birkaç saniyesine bakar.” Bataklık koca bir kahkaha atıverdi. Hava kararmış gece olmuştu o sırada.
“Athena gelmişti senden çok önce buraya. Onun bulması pekala bir on beş yıl sürmemişti elbette. Sevdiği Roma’dadır. Kaybedenler bataklığında batanlar birleşmemiş olan yüreklerin hikayesidir. Hikaye yazıldı, bölümler bitti. Kapak kapandı”
“Çıkması için ikna edelim öyleyse.”
“Hades’in de yardımıyla onu ikna etmesi için Athena sayısız insanı diriltti. Shakespeare’den tut Buda’ya aklına gelebilecek tüm bilgeler, düşünürler, şairler, kahramanlar konuştu onunla. Çıkmaya ikna edemedi hiçbiri.”
“Kronos’u getirelim Zeus’un da yardımıyla. Zamanda geri gidelim engel olalım tüm bu olanlara. Kurtaralım bu sefil ruhu.”
“Zamana hükmeden Kronos! Şahane. Bir fani için zamanı değiştirmek söz konusu olamaz. Olimpos karşı çıkar buna en başta. Mümkün değil.”
“Eros’un yayı ve oku öyleyse! Vuralım ikisini aşkın güçlü büyüsüyle. İşte o zaman son bulur kederi, gökyüzü aydınlanır benim güneşimle.”
“Aslına bakarsan Eros aynı teklifi kendisine de sundu.” dedi bataklık. Apollon afallamıştı. Şaşkınlığı gizlemeyi başararak
“Peki, sonra ne oldu?”
Bunu sormasıyla beraber yer sarsıldı, gök gürledi. Bataklığın ortasında dipsiz bir kuyu açılıverdi. Birkaç saniye sonra dipsiz kuyudan büyük bir karanlık, kaçınılmaz bir umutsuzluk ve doğanın yasası çıkmıştı. Elbette bu ölümün kendisi Hades’ten başkası değildi.
Hades bakışlarını gence çevirmişti ve konuşmaya başladı
“Sonra ne mi oldu? Teklifi reddetti. Çünkü büyünün yarattığı sahte bir aşktansa gerçeği tercih etti. Ölüm vakti geldiğinde ruhunu alamadım, arafta kalmıştı.”
“Öyleyse şimdi neden geldin Hades?”
Hades gülümsedi “Onu Roma’daki mezara götürmeye. Eros’un okunu istesek de kullanamayız çünkü ölüleri aşık edemezsin.”
Apollon artık susmuştu.
Yazar: Aytunç Kağan Yiğit
Görsel Kaynak: Springtime/Pierre Auguste Cot, 1873