
(Bu yazının okunma süresi yaklaşık 2 dakikadır.)
(Okurken Retro-Sensiz Aşık Olamam şarkısını dinlemeniz önemle rica olunur:)
Her zaman aşkın gücüne inanan biri oldum. Benim için mucizevi bir şeydi. Öyle olmalıydı. Sonuçta bütün masalların ve hikayelerin sonunda aşk kazanırdı. Aşk her şeyi kazanır mı, bilemem. Ama o kazanma gücünü bahşettiğini gördüğüm gün, tamamlanmış hissettim.
Sakın yanlış anlamayın bu tamamlanmayı. Eksik değilim, değiliz. Sadece kulak verin söylediklerime, tek isteğim budur.
Hayatıma girdiği günü hatırlıyorum. Ondan öncesi ve ondan sonrası vardı artık. Geçmiş tecrübelerimin vermiş olduğu güvensizlik hissi… Hiç sevilmemiş olmak ve bunu en derinden hissetmek… Gözlerimdeki kırgınlık o kadar aşikârdı ki. Birileri görsün anlasın diye kıvranırken, anlatmadan sadece ona bakmam yetti. Kendimi gördüm. Senelerdir aradığı aidiyet duygusuyla karşımdaydı. Aradaki enerji akışı inanılmazdı. İlk görüşte aşka inanmayan ben, ilk görüşte âşık oldum.
Kırık kalbimin kapılarını aralamamak için tuttum kendimi. Ben kapıyı tutarken, o tüm şefkatiyle “Ben buradayım, kendini bana bırak, bunu yapman yeter.” diyordu. Zihnimle kocaman bir savaşa giriştim. Ama o derin mavi bakışlara daha fazla karşı koyamadım. Yıllardır aradığım ruh eşim karşımdaydı. Kalbim korkaktı. Ürkekti. Ama o denli heyecanla atıyordu ki… Uyuşturucu etkisinde kalmış gibiydim. Bedenim, dünyam, zihnim, benliğim… Hepsi başka bir alemdeydi. Sadece o vardı. Tıpkı filmlerdeki gibi, diğer sesler birer uğultuya dönüştü.
Kalbimi onarması belki saniyeler sürdü. Güvensizlik hissi neydi çoktan unutmuştum sonra. Her şey çok aniydi, afallamıştım. Ama artık, bu dünyadaki huzurumu bulmuştum. Gözlerimdeki parıltı her şeyi anlatıyordu. Hava soğuktu ama o Ankara ayazı bile içimdeki alevi söndüremedi.
Aramızdaki çekim… Sanki o çekim ipler halindeydi ve bunu görebiliyordum. Tüm renklerle bağlıydık birbirimize. Bu adam yabancıydı ama bir o kadar da tanıdık. O gülünce, istemsiz gülüyordum; üzülünce, içim paramparça oluyordu. Beni bir bebekmişçesine sevmesini ve dokunmasını deneyimledim. Her an kırılacakmışım gibi, bir o kadar narin, bir o kadar da tutkulu…
O an anladım ki, ben aradığımı buldum. Hem de hiç beklemediğim bir anda. Hayatın bana verdiği, zamansız gelen kocaman bir sürprizdi benim için. Ama en özel zamansızlığımdı.
Her şey anlamını yitirdi sonra. Onsuz yaptığım her şey eksikti. Sanki o olmadan var olamazmışım, sanki o benim havam suyum, toprağım, aldığım nefesti. Korktum. Bu denli bağlı olmaktan. İyileştiğini düşündüğüm yaralarım ya kanarsa tekrar, ya da çözdüğümü düşündüğüm sorunlarım bu adamla da baş gösterir ve bizi mutsuz ederse diye, ölümüne korktum belki de. Onu kaybetmek… Kaybetmek… Aldığım nefes ulaşamadı ciğerlerime. Ankara soğuğu o zaman üşüttü işte.
Çok zaman geçmedi; belki birkaç saat, belki 1-2 gün. Hatırlamıyorum. Zaman kavramını yitireli çok olmuştu. Sadece sesimi duymak için beni aradığında, anladım ki o karanlık yersiz. Ruhuma işlemeye çalışan o korkular, yenebileceğim türde bir canavar ve tek gereken şey kendimi teslim etmek. Hissetmekten, sevmekten, aşktan korkmamak. Eksiklik hissi ise, kendimle girdiğim bir savaşın ürünüydü. Bunun bilincinde ilerleyebilmek, en önemli adımdı kendim için.
Şimdi oturmuş bu satırları, aşkı hayatına dahil etmeye korkan insanlara, belki de inanmayanlara varlığını ‘kendi açımdan’ ispatlayışımı yazıyorum.
Akşamüstü güneşinden bile daha çok huzur veren bu insan, benim için kocaman bir lütuf. Kalbimi sevgiye doyurup, içimdeki en iyi potansiyeli ortaya çıkarmamı sağlamış, destansı bir aşkı tatmama sebep olmuş ve hayatı bambaşka görebilmeyi öğretmiş… Belki de daha birçok nitelik ve nicelik kazandırmış. Ve bunları yapmaya devam ediyor. (Teşekkür ederim).
Kalbimi huzur ve aşkla dolduran o derin mavi gözlere baktıkça, yaşamın anlam kazandığını hissediyorum. “Yalnız değilim.” diyorum. Artık beraber yürüyorum bütün o yolları. Zorluklar her daim var ama ben ruh eşimi buldum. Daha güçlüyüm.
Dipnot: Fırtınalı, güneşli, karlı, yağmurlu… Seni tüm renklerimle seviyorum sevgilim.
Yazar: Sema Nur Terzi