(Bu yazının okunma süresi yaklaşık üç dakika sürmektedir.)
Bilirsiniz, yaşam dediğimiz kısır döngü, hem bir hoş geliş hem de koca bir hoşça kalıştır. İnsanlar da aslında önce hayatlarımıza hoş gelir, sonra hayatlarımızda bir süre kalır ve en son kendisiyle hoşça kalmak üzere ayrılır.
Zaten hayat da sonların ve başlangıçların kesiştiği yerin kendisi değil midir? Bir sonun hemen ardı başka bir şeyin başlangıcıdır. Biliyorum, siz de biliyorsunuz, hiçbir veda kolay değildir. Nihayetinde tanıdık bir ruhtan, nesneden yahut yerden yabancılaşma fikrine hoş gelirdiniz bir vedayla. Ancak hiçbir başlangıcın da azımsanacak tarafı yoktur, hayatınızın olağan akışına hoşça kal deme suretiyle ürkütücü bir bilinmezliği kucaklardınız. Ve bizler, bir hoş gelişle bir hoşça kal arası yaşardık ömrümüzü. Bizler, tam dört kelime kadar sever, özler, acı çeker ve sevinirdik.
Ve üç günlük dünyaya hoş geldiniz. Her birimizin kendi dünyası ve bu dünyada kurulu bir düzeni var. Hepimizin heybesinde karanlık günleri, güzel düşleri ve üç günlük telaşeden ağzımızın payını almışlığı var. Biliyorsunuz, hepimizin bir yansıması bir de yansıtamadığı bir kendisi var. Ve bizler yansımamız ile yansıtamadıklarımızı üçe ayırıyoruz: Düne, bugüne ve yarına. Dünü alıyor, bugünümüze çalıyoruz. Sonra sol omzumuza dünü, sağ omzumuza bugünü yüklenip yarına yürüyoruz. Omuzlarımıza bindirilen yüklerle bize ayrılmış yolda durmadan ilerliyoruz. Ancak unutmamalıyız ki sıralamada yanlışlık yaparsak yürüdüğümüz yolu şaşırırız. Düne yürür, bugünü kendimizden alırsak eğer yarınlarımızı çalarız. Bu yüzden hayatımızı akışında ve sırasıyla yaşamayı, bir de bol bol su içmeyi unutmayın.
Bazen gecelerin olduğundan da karanlık geldiğini; tan vaktinin, gelmesi gerektiğinden de geç gelir gibi tembel göründüğünü kabul etmeliyim. Ve bazen yolun, yürümesi değil varması güzel bir çileye dönüştüğünün de farkındayım. “Yolumuzdaki engel” diyerek gözyaşlarımızı metaforlaştırdığımız hikalerimizin başrolü olmak o kadar yorucu ki bazen! Tabi, kulisimiz de yok ki arkaplana atıp kendimizi hayatımızdan, biraz olsun dinlenelim. Ben de bazen öyle karanlık gecelerde, başrolü oynamanın büyük bir endişeye dönüştüğü vakitlerde kendime şu soruyu sorarım sık sık: Bizi insan yapan şey nedir?
Sonra açarım heybemi, dökerim içimdekileri önüme. Sağ elimde güzel, sol elimde kötü günlerim… Elbet biri ağır gelir. Ancak o an şunu fark ederim: Güzel günleri güzel yapan kötü günlerin varlığı aslında. Elimde yalnızca kahkahalarım olsaydı şayet gülmenin değerini nasıl anlardım? Yahu bir sonu olmasaydı eğer bize vaad edilen ve teslim edilmiş her şeyin, insan nasıl minnettar olurdu elindekiler için? Güzelliklerin kendisi dahi bir hoş gelişle bir hoşça kal arasında güzelken, gözyaşlarımız neden bu dört kelime arası akmasın yüzümüzden? Kötü dünlerin vebalini vedaların üzerine yükleyelim o yüzden, merhabaların değil. Ve unutmayalım, heybemizde biriken kırıkların da kahkahalarımız kadar güzel olduğunu. Size bir sır vereceğim. Biz ne etteniz ne kemikten! Hepimiz kırıklarımızdan birleştirilip zor günlerin fırtınasıyla, yağmuruyla yontulmuş duygulu heykelleriz aslında. Mutluluklarımız kadar paha biçilmez anılarımız, gözyaşlarımız kadar biz varız.
Ve hoşça kalın dostlar, ne yaparsanız yapın hep hoşça kalın. Hayat beklemiyor bizi. Ne demiş Necip Fazıl “Ne hasta bekler sabahı, ne taze ölüyü mezar…”. Bizler, bugünün yolcuları ne için bekleyelim o zaman yarını? Kalkın bugün sevin, sevilin ve yaşayın. Hayat yaşamı erteleyemeyeceğimiz kadar kısa ve nankör. Bu yüzden hemen şimdi yaşayın! Ve sonra eklemiş Necip Fazıl “Ne de şeytan, bir günahı; seni beklediğim kadar.” Geçin kendi karşınıza ve yüzleşin bütün yaralarınızla. Bekletmeyin kendinizi bu kadar. Yaralarınızdan bozma bir kalple bugünü yaşamanın ağırlığını atın omuzlarınızdan. Yeterince yüklüyüz, her birimiz hayattan biraz yükümlüyüz. Ve vedalaşın dünle, kamburunuzu çıkartan şeytanlarınızla. Bırakın hoşça kalsınlar. Çünkü bazı hoşça kalışların sonu kendine geliştir.
Ve ben de şimdi bir hoş geliş ile bir hoşça kalış kadar misafirim akıllarınızda. Gözlerinize uğradım, umuyorum kalplerinize biraz olsun dokundum ve şimdi bir cümle yığını bırakıp arkamda noktalarımı cebime doldurup gidiyorum. Beni ağırladığınız için teşekkür ederim. Kendinize çok iyi bakın.
Hoşça kalın.
*Şarkı Önerisi: Pinhani-Yitirmeden
Almina Kesler