(Bu yazının okunması yaklaşık 1 dakika sürmektedir.)
Karmaşıklaşan hayatımdaki karışıklıklardan bir tanesi sadece.
Belki de en geçicisi ama aynı zamanda en zehirlisi. Neydi o soru, cevaplanmak için ömrü tüketen? Ölüm müydü rüya içinde rüya denilen? Yoksa beklemek miydi rüya görmeyi en karanlık gecede uyurken? Sevgi miydi insanı uykusuz bırakan yorgun hayatı sürdürmek için duyulan? Muhtemelen kafa yormaktı sorulmayacak sorulara. İnsan neden sormalıydı bu soruları? Sormasa yaşayacak bir hayatı olmazdı da ondan. Cevaplar peşinde koşulan hayat zinciri… Kendinden sonra gelene verilen amaç ve sebep mirasıydı bu zincirin dişlilerini sağlamlaştıran. Otomatikleşti her zaman bir sonraki nesil. Aklın yolu birleşti ve bir zincir kadar düz hâle geldi. Kim akıl ederdi bu zinciri koparmayı. Zaman zaman çıkardı bunu yapacak insanlar.
“Bir düşünce veya eylem arkasında duran insanlar kadar meşrudur.” Bunu hayatımıza uyarlamak kendi zincirlerimizi kırmamıza yardımcı olur. Tehlikeli yanı ise bazen başkaları adına kopmaktır. Sisli zihinlerin ışığa ulaşmak için karanlık zihinleri izlemesi çokça yaygındır. Çünkü bazı zihinler vardır ki kendi ışığını karanlıkta aramaktadır. Bunun çekiciliği de hayatın zıtlıkladır. Mutlu biri aydınlıkta gölgesine bakmazken mutlu olmak isteyen biri mutsuz olduğunu kabul etmektedir. Karanlıkta bir süre gölgesiyle bütünleşen kişi ise iki tarafını bilerek aydınlığı arzulamaktadır. Aydınlıkta gölgesiyle beraber bütünleşebilir, aydınlıkta başka ışıklar altında kaybolmak yerine. Kendi ışığını kendi karanlığında bulanlar bağımsız bir bilince ulaşabilir.
Baştaki soru neydi?
“Kendimi bulmak için kendimi kaybedebilir miyim ?”
Yazar: Batuhan ŞENGÜN