(Bu yazının okunma süresi yaklaşık olarak 3 dakika sürmektedir.)
Dolunayın yansımasının, teninde yarattığı parıldamaları eşliğinde derin bir nefes aldı, zihnindeki sesleri yüreğindeki çatırdamaları önünde duran sayfalara akıtmadan önce. Meltem misali havada gezinircesine, loş bir ışık oluşturmuştu dolunay, karanlık ve havasız o küçücük oda içerisinde. Loş ışık gibi hissetmek üzerine düşündü ardından, loş bir ışık gibi hissetmek… Yaşamda attığı her bir adımda elinden geldiğince anları, bakışları, tenleri aydınlatmaya çalışmak fakat içten içe hep bir eksiklik dalına takılı kalmak, yetememek üzerine… “Hayır, bu tuzağa düşmemeliyim.” diye irkildi kendi kendine, farkındaydı çünkü, hayatından çıkan insanların yetersizliklerinin kamuflajı olarak omuzlarına bırakılan yüklerdi bu yetersizlik ve eksiklik hisleri.
Ardından şu cümleler döküldü kaleminden:
“Sevgili benliğim,
Yorulmadın mı hiç zihninin içerisinde, seni mutsuzluk döngüsüne prangalayan o incitici seslere kulak asmaktan, hiç yorulmadın mı, yaralarının başrolü olan figürlerin senin hakkındaki düşüncelerini tek gerçekliğin eylemekten? Peki ya, felaketin ardından yepyeni felaketler gelmesin diye susturulduğun anları şimdiki zamana taşımaktan yıpranmadın mı?
Değer verdiğin insanlar, sanki küçücük bir çocuğun elindeki en sevdiği oyuncağı yere fırlatmış misali seni yaralasalar bile sırf onların yaşamı çıkmaza sürüklenmesin diye susmak zorunda hissettiğin anıların seni alt etmesine nasıl izin verebiliyorsun? Zihninin içindeki fısıldayan, göğüs kafesinin tam ortasındaki boşluğa mıh gibi kazınmış, seni yerden yere vuran o sesler hangi kaçmak istediğin duyguların bir yanılsaması?
Ah içsel dengemin en değerli unsuru olman gerekirken yargılanma korkusunu tek gerçekliğim haline getirerek sarsıntılar abidesine dönüşen benliğim, o kadar çok isterdim ki etrafına duvarlar örerek seni korumayı, insanlara “hayır” demesini bilerek seni kanatlarım altına almayı. Yaşamış olduğum adaletsizliklere haykırarak seni gözetebilmeyi en çok da senin yok sayılmana “dur” diyebilmek için mücadele edebilmeyi ve en kıymetli kazanım olarak her aynaya baktığımda veya kendimle her baş başa kaldığımda seni sevebilmeyi…”
Bir an duraksadı, gözlerinden hiçbir zaman akıtamadığı yaşları, satırlara döktüğünü fark etti. Duvarda asılı olan Gustav Klimmt’in, The Kiss tablosundaki uçurumda filizlenen çiçeklere gözleri takıldığında yüzünde umarsız bir tebessüm oluştu. Son cümleleri döküldü mektubuna hemen ardından;
“Belki de artık nefes almaya devam ettiğim bu serüvende birbirimizin ellerinden sımsıkı tutar, birbirimizin incinmesini en aza indirgemeye çalışırız, ne dersin?
-Yıllardır seni ihmal eden dostun C.”
Konuk Yazar: Ceren Yakıcı
Görsel Kaynak: Görsel yazara aittir.