(Bu yazının okunması yaklaşık olarak 2 dakika sürmektedir.)
Dr. Frankenstein, bir bilim insanıydı.
Yaptığı bir deneyde amacı, ölüme bir nevi meydan okumaktı. Bundandır ki bir canlı yarattı ölü bedenlerden. İnsani duygularından arınmış olan Dr. Frankenstein, insani duygulara sahip bir yaratığın var olmasına sebep oldu.
Ve var olduğu andan itibaren o yaratıktan nefret etti.
İğrendirici bir görüntüsü vardı yaratığın. Cesetlerin bir araya getirdiği bedenden ne beklenebilirdi ki zaten? İri yarı, suratı dikiş izleriyle kaplı, bayık bakışlı ve ruhların terk ettiği beden parçalarından meydana gelmiş bir yaratıktan korkmamak elde değildi belki de. Fakat Dr. Frankenstein bu harabenin bizzat sanatkarı iken iğrenmişti eserinden. Keza diğer insanların bu yaratığı korku, tiksinti ve hatta nefret ile karşılamaları kaçınılmazdı.
Belki de yaratığın içinde var olduğu ilk zamanlar yalnızca dünyayı keşfetme merakı ve saf masumiyet vardı. Yine de insanlar Frankenstein’in canavarını sevmedi. O da bundandır ki her daim sevilmeye layık olmadığını düşündü. İnsanların yüreklerinde taşımaktan vazgeçemedikleri o aşağılık nefretten dolayı değil de bizzat kendisi sevilmeye layık olmadığı için sevilmediğini düşündü.
Fakat sonrasında onun için gerçek olan şeyi fark etti.
Artık onun nezdinde asıl sevgiyi hak etmeyen, insanlardı. Sevilmeye değmeyen insanların sevgilerini kazanmak için çaba vermişti hep. Oysa onlar zaten görünüşünden dolayı nefret edecekti ondan. Çirkin, iri yarı, korkunç görünümlü koca bedeniyle zarardan başka bir şeye sebebiyet vermeyeceğine inanılan bu varlığı elbette sevmek istemeyeceklerdi. Ne olacaktı peki? O da mı nefret etmeliydi? Koca bir nefret yumağı mı birikmeliydi böylelikle? Öyle yaptı.
Gri rengini bir kenara bıraktı. İnsan karakterlerinin siyah ya da beyaz olarak nitelendirilmesi gerektiğine inandı. Ve beyaz yok oldu ortadan. İnsanlar o yaratığı ne kadar siyah gördüyse, yaratık da bir o kadar siyaha gömüldü.
O yaratık sevgiye aç olarak doğdu ve onu bulamadığı her dakika adım adım bir canavara dönüştü. Öyle ki yaratıcısından son dileği kendisine eş olacak ve kendisini sevecek bir kadın yaratmasıydı. Zira yaşayan hiçbir varlığın sevmeyi bilmediğini düşünüyordu.
Fakat sana kötü bir haberim var canavar, insanlar seviyor.
İnsanların içinde sevgi var esasında. Değer verdikleri kişileri mutlu etmek adına karşılık beklemeksizin çabalayan insanlar var. Gerçek sevgi var dünyada. Onlar yalnızca seni sevmek istemediler. Sen ne kadar parçalasan da kendini, canavarlaştığın müddetçe asla sevmeyecekler.
Üzgünüm.
Dr. Frankenstein, doğduğu andan itibaren içinde saf sevgi ve masumluğu barındırmasına karşın hilkat garibesi olarak nitelendirdiği o varlığa isim verme gereği dahi duymadı. Yaratıcısından bile sevgi göremeyen bu canlı ise, layık olduğunu zannettiği o nefretin hakkını vermeye adadı kendisini. O canavar, acımasız bir katile dönüştü. Nefret bürünen bedeni kan kustu sürekli. En çok da yaratıcısına yakındı, ondan yardım istedi, ondan nefret etti.
Ve Frankenstein denildiğinde insanların aklında her daim bir bilim insanı değil, acımasız bir canavar canlandı.
Yazar: Beyza Dilara Meşeci
Görsel Kaynak: https://tr.pinterest.com/pin/4925880834090971/