(Bu yazının okunması yaklaşık olarak 2 dakika sürmektedir.)
Hani sana bir hikâye anlatmıştım, ormanda kaybolmuş bir adam ve bir kadın hakkında. İkisi de umudunu yitirmişti birbirlerini bulduklarında. Kadın adamın kendinden emin tavırlarına güven duyup onun peşine takılmıştı. Yolu bulduklarında aslında adamın da yolu bilmediği ortaya çıkmıştı. Doğru insanın yolu bilen değil, yolculuğa yoldaşlık eden olduğu gibi bir şey söylemeye çalışmıştım sana.
Aradan çok sular aktı, bu defa ikimiz de ayrı ayrı aldığımız yollarda yine kaybolduk. Şimdi bir şansım olsaydı eğer seni bulup yine aynı hikâyeyi okurdum sana. Sen belki diğerlerinde bulamayınca kırılan hayallerinden çıkıp yola hakkımda “Erkekler şöyledir ama…” gibi bir genelleme yapardın. Ben de Sisifos gibi beyhude bir çabayla seni ikna etmeye çalışırdım.
Belki tüm bunları düşünmemin sebebini o gün yeniden karşılaşmamıza bağlayabilirim. Ama seni neden unutamadığımı hiçbir yere bağlayamıyorum. Seni neden bu kadar çok istiyorum diye sorduğumda, seni diğerlerinden ayıran şeyin ne olduğuna bakmaya çalıştığımda bulamıyorum. Hem bu kadar çok isteyip hem sadece bekliyorum. Belki çok tanıdık olan başka duygulardan sana çekiliyorum… Belki bir perdenin arkasında gizlenmenin konforudur bu tanıdık bekleyiş. Bana hissettirdiklerinin yanında belki sen bile değilsindir o çok istediğim.
Hani o çok istediklerimiz var ya onu yükseklere koyup peşine takıldığımız, sahip olmazsak eksik hissedeceğimizi sandığımız, sırf bu yüzden olması için direttiklerimiz… Elde edene dek şartları zorlayıp hırpaladığımız ve hırpalandığımız…
Hani o ta uzak yollardan Bafra’ya kadar gelen yılan balıkları var ya belki hep hayalini kurdukları o tatlı sularda aradıklarını bulamadıkları için bu kez ölümleri pahasına yaşama yeniden bir parça bırakabilmek adına okyanusun tuzlu sularına geri dönüyorlardır. Kim bilir?.. Uğruna denizleri ve karaları aştıktan sonra buldukları suyun sığlığında uygarlıklar kuramayacaklarını anlayıp başladıkları yere geri dönüyorlardır…
Yazar: Aziz Akar
Görsel Kaynak: Yazara ait