
(Bu yazının okunması yaklaşık 3 dakika sürmektedir.)
Anı kalsın diye bir fotoğraf karesinde sakladık onca “an”ı. Şimdi geriye bir kağıt parçası ve anlamsız suratlar kaldı. Gülüşünü bir parça kağıtta yaşatabilirmiş gibi sevdik sevgiliyi. Unutulmasın diye bir çerçeveye hapsettik yaşandığı anda güzel olan her şeyi. Sakladıkça güzelleşiyordu hatıralar. Bir ayrılık bile yitiriyordu hüznünü, arka kısmına bir not yazıp biriktirilen başka anıların arasında kaybolmasına izin verilince.
Günleri yaşananlardan ayırt etmeye başladığımızdan beri saklıyoruz anıları. Bak, okula başladığın gün. Tarih, saat, mevsim yok. O gün pazartesi değil, okula başladığın gün. Sayılardan ibaret değilmiş geçen günler, onlara taktığımız isim etiketleri değil, hafızamızda canlandırdığı yansımalarmış. Sende gerçekleşen her değişim, senin zamanına da etki ediyor. O gün kaybettiğim gün, kaybetmeyi öğrendiğim gün, yıl yok, mevsim yok, o gün işte. Tüm öğrenmelerimizle birlikte şekilleniyor anılar.
Üzerine düşünülmüş tüm anları öldürüp bir anıya saklıyoruz. Sevgilinin gülüşünü ona bir suret kazandırarak öldürüyoruz. Öldürüyoruz bir kalp kırıklığını, gözyaşına sığdırdığımızda. Ölüyor ama unutulmuyor kalp kırıklığı. Sevgilinin gülüşü unutulmuyor. Öyle ki, öldüreceğimiz her anı, sadece öldürmeye teşebbüs etmemizle bile ne kadar unutulmaz olduğunu bize gösteriyor. Sakladığımızda güzelleşeceğine inandığımız her yaşanmışlık, yaşandığı anda zaten unutulmayacak kadar güzeldi.
Bazen güzel olduğu için değil de unutulmasın diye saklıyoruz onları. Mesela ayrılıklar yaşanırken hiç güzel olmadı. Onlar güzel birliktelikleri hatırlatsın diye taze kalıyor hafızalarda. Bu nedenle o ayrılık şarkısı söylerken değil, dinlerken güzeldi. Kimi zaman tasarlıyoruz güzel anıları ve zamanına saklıyoruz. Öyle eminiz ki o zamanın geleceğinden, hiç kuşku duymadan, mükemmel bir incelikle hazırlıyoruz hatırayı, geriye sadece yaşaması kalıyor. Bize göre kolay olan kısmı, yaşamak. Oysa bir toz tanesinin üstünde yolculuğumuz. Her an savrulup bir yerlerde son bulacakmış gibi yol alıyoruz. Fakat bizde mevcut olan bu değerli bilgiye rağmen tasarladığımız anılar hatrına yaşıyoruz anı. Bir geleceğe kancayı takmış da ona tırmanıyormuş gibi. Evet, öldürdüğümüz ne varsa sakladıkça güzelleşiyor. Fakat daha hiç yaşamamış olanlar? Henüz hiçbir günde anlam bulmamış, herhangi bir hissin birinci dereceden yakını olmamış anılar… Onlar da değer kazanır mı, biz kancaya doğru yol alırken sırtımızda taşıdıkça? Hayır. Yaşamasına izin vermeden taşıdığın her anı, sana sadece yük olacaktır. Anlamsız bir yükü yıllarca sırtında taşıyıp da bir kenara bırakamadığı için altında ezilen onca insan tanıdım. Onlar gitti, yaşanmayan anılar kaldı bir parça kağıtta.
Güzel çerçevelere hapsettiğimiz suratlara tekrar bakın, gözlerinde yürüyemediği bir yolu taşır onlar. En güzel günlerin henüz yaşanmamış olduğuna inanmışlardır çünkü. Gözlerinde hep o günü saklarlar. Nereye giderlerse gitsin, hangi duyguyla yakınlık kurarlarsa kursun, en güzel gün hala yaşanmamıştır. Bu nedenle şair saklar o güzel şiiri, yazılmaya değer aşkı bulana kadar. Şiir o kadar güzeldir ki, kimseye okunmayacak ve şairin sırtında hep bir yük olarak kalacaktır. Şiire de şaire de selam olsun. Dikin gözlerinizi kışın bu kasvetli havasına, izin verin dokunmasına içinizden bir parçanın temas ettiğiniz insanlara. Bilemezsiniz ya, en güzel gününüz bugün olabilir.
Yazar: Neslişah KAHRAMAN