7 MART

(Bu yazının okunması yaklaşık 2 dakika sürmektedir.)

 Uykumu fazlasıyla almış olmama rağmen uykulu uyandığım bir gün. Birikmiş ödevlerim, bir kenarda okunmayı bekleyen kitaplarım, üzeri toplanmamış masam bana bakıyor. Sabah saatlerinde sosyal medyada karşılaştığım bir haber dışında bu saydıklarımın hiçbirini düşünmüyorum. Tarihe bakıyorum, 7 Mart. Öfkemden akan cümleleri sıralamamak adına aklımın süzgecini kullanıyorum. Aklım bile bir noktada bana bağırıp çağırmamı söylüyor. Ben ise gözlerimi pencereye dikmiş gökyüzünün o soğuk tonuna takılmış haldeyim. 

 Üçüncü cemre düşmüş geçenlerde toprağa, herkes baharın geldiğini söylüyordu. Ben baharın gelişini topraktan anlamam. Eskiden bahar geldiğinde okula gitme isteğim azalır, sokakta oyun oynayan çocukları görür, ceketimi elime alırdım. Bahar bende güzel sahnelerin hatıralarıyla aynı yerdedir. Şimdi ise hiç güzel bir sahnenin içerisinde değilim. Hala yataktan çıkamadım. Öfkem dört bir yanımı sarmış ben ise telefonumda açık duran bir şiddet haberine bakamadığımdan gözlerimi, kapalı perdemin arasından sızan soğuk gökyüzüne dikiyorum. Kendimi kimin yerine koysam canım acıyor. Çünkü korkuyu biliyorum. Bir başkasının tehditkâr tavırları altında kalmanın ne demek olduğunu biliyorum. Bunu bilmek daha da zorlaştırıyor soğukkanlı kalmayı. Hiç tanımadığım biri için canım yanabilir miydi? Demek olabilirmiş. Zulüm öyle bir şeymiş ki tanımadığımız bir mazlum için gözyaşı dökebilirmişiz. Fakat tanımıyorum dersem de yalan olur. Bu günler öyle günler ki birbiriyle ortak tecrübelere sahip olmayan, o korkuyu hissetmeyen hiçbir kadın tanımıyorum. Bazen öyle geliyor ki bir cinayet haberindeki maktulle aramdaki fark o an orada olmamam. Ya zaman ya mekân ayırıyor beni bir haber başlığına konu olmaktan. Bunu böyle kabul etmiş olmanın verdiği acıyı size anlatamıyorum. Ben ilk defa öfkeyle bir yazı yazıyorum. Cümlelerim kendi kendini devam ettiriyor, ben izliyorum. Ben insanların acı çektirmek için neler yapabileceğini düşünmekten yoruldum çünkü “Olmaz.” dedikçe oluyor. Yaşanan her olayda “Nasıl olabilir?” tepkisini vermek eskisi kadar farklı değil artık. Çünkü anladık, insan tahmin edilebilen bir canlı değil. Artık şaşıramıyor oluşum da yakıyor canımı. Bunları gözlerimin buğusu cümlelerimi okumaya engel olurken yazıyorum.  

 Ben bugün gökyüzündeki soğuk tona da küskünüm, baş ucumda okunmayı bekleyen kitaplarıma da. Yazdıklarıma da küskünüm yazacaklarıma da. Kendime kızgınım. Korkuya, akşamları evime kalabalık yollardan gitmeye, “davetkâr” olmamak için gülümsememeye alıştığım ve “Bunu artık böyle kabul ediyorum.” dememe rağmen en içimin acıdığı her şey için kızgınım kendime.

 Bulutlu bir hava var bugün, daha fazla takılmamalıyım pencereme. Hep yaptığım gibi topladım tüm alışmış halimi ve kapattım telefonumu. Güne bir yerden başlamam gerektiğini fark ettim. Günleri ellerinden alınanlar için başlamalıyım bir yerden. Çünkü göz önündeki tüm çirkinliklere rağmen kalplerde saklı olan bir iyilik olduğuna hala inanıyorum. Ve barışıyorum gökyüzünün tonuyla, kitaplarımla barışıyorum. Onları okumalı ve anlatmalıyım sonradan geleceklere. Yazdıklarım ve yaşadıklarımla küs kalmıyorum. Kendime kızgın olduğum her şey için kendimi affediyorum. 

 Bana bu cümleleri birkaç dakika içerisinde yazdıran öfkemi unutacağım ama öfkemin sebebini unutmayacağım. Belki unutacağım yaşananları ama fikirleri unutmayacağım. Şimdi olmasa da bir gün iyi olanı bulacağız. Şu an yaptığımız gibi şiddetle ve ötekileştirmeyle değil, kalplerle ve sözlerle bulacağız. En azından ben buna güveniyorum. 

Yazar: Neslişah Kahraman

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.