
Ne kadar görünürüz? Ne kadar sizler içindeyiz? Bizi ne kadar kabul ettiniz, ne kadar kabul etmek istediniz? Kafanızı çevirdiniz mi sokakta, otobüste gördüğünde bizi? Karşınızda oturup kendi gerçeğimizi söylediğimizde ayıpladınız mı? Çıkardınız mı hayatınızdan doğru olmayan, doğru yaşamayan bizleri? Aynı havayı soluduğumuz aşikâr. Bedenimiz, organlarımız, saçımız sakalımız sizden pek farklı değil. Her insan biricikliliğinde yaşayıp gidiyoruz. Hastalıklı, problemli insanlar olmadığımız da kanıtlandı DSM tarafından 1973 yılında yapılan düzenleme ile. Ama sizin gözlerinizde bir hastalığımız var: “Aşkımız”. Her insan için aşkın tanımı ne ise, çok uzağında değiliz. Kimi gözlere, kimi yüreğe tutunur. Kimi kısa süre aşk tercihinde olurken kimi ömür boyu sürmesini diler. Eşcinseller de pek farklı değil bu durumda. Haliyle bizim aşkımız da sizinki kadar gerçek. Hak verecek olmalı ki belli başlı ülkeler her türlü aşkın resmiyetini kabul etmiş durumda. Şu an dünyada otuzun üstünde ülke eşcinsel evliliği yasallaştırdı. Aile olan birçok eşcinsel belki senin onun bunun gibi istediği kişiyle yuva kurmuş. Belki de aşkını herkes gibi yaşayabiliyor. Belki de evlat edinebiliyor, aşkını bir sonraki kuşağa aktarıyor, öğretiyor. Sokakta el ele yürüyebiliyor her sevgili gibi, ailesiyle rahatça tanıştırıyor partnerini. Özgürce korkusuzca yaşıyor aşkını sevgilisinin gözüne bakarak. Kendinden mutlu, aşkı acı vermiyor ona. Herkes de ondan mutlu. O kimseye acı vermiyor, zarar göstermiyor, hasara uğratmıyor. En önemlisi o aşkından mutlu, yaşadığının aşk olduğunu biliyor.
Peki ya hala eşcinsellerin öldürüldüğü, yok sayıldığı, görmezden gelindiği, katledildiği ülkeler? Tıpkı yasal evliliğin olduğu ülkeler kadar çok. Tek kıstas ne peki? Sadece eşcinsel olmak. Sadece hemcinsine aşık olmak. Sadece aşkı bir farklı boyutta yaşamak. Yıllarca belki hayatı boyunca eşcinsel olduğunu saklayan insanlarla dolu birçok kültür. Sevdiğini asla söyleyemeyen, gizlilik içinde tutan, zorunlu evlilikler yapan heteronormatif düzene boyun eğen… Normal olanı bağıran seslerde boğulanlar, normal denileni anlamadan normalleşmeye çalışıyor. Kimliklerine yabancı, kendilerinden bir haber yaşamları boyunca öldürülmemek için içlerindeki aşkı öldürüyor. Onlardan daha cesur, seslerini duyurmaya, aşklarını yaşamaya güçleri olan savaşıyor. Ama ya öldürülüyor, ya şiddet görüyor ya da dışlanıyor. Evlilik bir yana dursun kendini, biricikliliğini yaşayamıyor. Sistemi yıkabilen, olduğu kalıbı normalleştirme çabasına giriyor. Oysa bilmiyor, zaten normal olan kendisi. Aşkın her hali normal. Aşk normalleştirilmez.
Etiketlemeleri, dışlamaları, türlü hakaretleri değil; bizler normal olmamayı kabul etmiyoruz. Çünkü algılarınız ve bildikleriniz sizlere yalan söylüyor. Çünkü bizler normaliz. Her normal duygu gibi, aşkı en normal haliyle yaşıyoruz. Sadakatimiz, güvenimiz, dürtülerimiz, tutarlılığımız her aşık gibi.
Dünyanın kötülüklerinden arınıp bir aşka kulak vermek belki de kurtaracak hepimizi. Samimi, içten, kıstası olmayan aşkların masumiyeti ile anlıyor olacağız birbirimizi. Kavgayı değil, ayrışmayı, bölünmeyi nefreti değil sevmeyi öğrenirsek eğer insan olacağız. Aşkı öğrenmek için aşıkları görmek gerekir. Ne diyor şair;
“Bitmedi sürüyor o kavga
Ve sürecek
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek.”
Adnan Yücel
Yazar: Miray Özden Kıran