(Bu yazının okunma süresi yaklaşık olarak 3 dakika sürmektedir.)
Hayat bazen seni sınayacak en hassas noktanı bulur ve seni bu noktayla mücadele etmeye zorlar. Hiç beklemediğin bir anda karşına çıkar; gücünü sınar, sabrını ölçer, seni seninle yüzleştirir. Öyle zamanlar gelir ki; yaşadığın şeyden utanır, saklamak istersin. İçinde bulunduğun durumun seni eksik ya da kusurlu göstereceğini düşünürsün. Çünkü eğer fark ederlerse yargılanacağını ya da dışlanacağını hayal edersin. Ve bu, yaşadığın durumu daha da yorucu hale getirir.
İnsan zihni bazen en ağır durumlar üzerinden karamsar senaryolar oluşturur. Kısacık bir söz, küçücük bir bakış ya da en basitinden bunu birinin fark etmesi bile seni yerin dibine sokup utandırabilir. Aslında belki de gerçekte kimse seni bu şekilde yargılamayacak ama zihnin, bu ihtimallerin ağırlığıyla seni daha da yorar. Bunlar belki bir yetişkin için aşılması kolay durum veya duygular olabilir ama bir çocuk için, henüz büyüme çağında narin bir kalp için, bu duygular hayatında derin izler bırakabilir.
Benim için bu hassas nokta ellerimin titremesi oldu. Bazen sebepsiz yere, bazen de kalabalığın, heyecanın ya da baskının içinde daha da çok kendini belli eden bir titreme… Çoğu zaman titremeyle gelen kalp çarpıntısı takip etti. Çarpıntı kendi içimde beni zorlayan bir durumdu ama ellerimin titremesi beni daha çok üzerdi. İlk başlarda bunun farkına varan gözler bana ağır geldi. Kalem tutarken, su içerken, bardak taşırken, hatta bazen elimle bir kapıyı açmaya çalışırken bile bu titreme görünür hale geldiğinde içimde tarif edemeyeceğim bir sıkışma olurdu. Sanki bütün gözler o an sadece bana bakıyor da hatamı yüzüme vurmak için bekliyordu. Tabi ben bu durumla çok küçükken tanıştığım için her şey daha zor olurdu benim için. Hayat kalitemi çok düşürmüştü. Hatta bir kere lisedeyken sınavda, o anın stresiyle ellerimin titremesinden sınavı yapamayıp çok düşük almıştım. Ama en üzücüsü bu değildi. Beni en çok yıpratan sürekli bir şekilde yaşadığım şeyleri açıklamaya çalışmamdı. Bundan kurtulabilmek için çok fazla doktor gezdim ama hiçbiri derdime bir çare bulamadı.
Şu anda yirmi bir yaşında bir kadın olarak bu durumla yaklaşık on yıldır mücadele ediyorum ve zamanla anladım ki mesele sadece ellerimin titremesi değildi; mesele, bu durumu kabul edip edemeyeceğimdi çünkü çoğu zaman başkalarının gözünde büyüttüğüm şey aslında onlar için önemsiz bir ayrıntıydı.
Bu on yıllık süreçte çok şey öğrendim. Öncelikle sabrı… Kendimi saklamamayı, kendimi olduğum gibi kabul etmeyi, mücadelenin bazen gizlemekte değil kabullenmekte saklı olduğunu… Artık titreyen ellerimi ya da çarpıntılarımı saklamaya çalışmıyorum, yardım almam gerektiğinde söylemekten çekinmiyorum. Bu durum bana güçsüzlüğümü değil, mücadele gücümü hatırlatıyor.
Belki hiçbir zaman tamamen geçmeyecek. Belki her yeni ortamda yine kalbim hızlanacak, ellerim titremeye devam edecek ama artık biliyorum ki bu benim zayıflığım değil, benim yolculuğum. Her insanın görünmeyen bir mücadelesi vardır. Benimki görünür olduğu için farklı değilim. Sadece daha açık bir şekilde hatırlatıyorum: Gerçek güç, kusurlarını saklamadan var olabilmektir.
Son olarak benim için hayatımı kolaylaştıran, en küçük imdadımda yardımıma koşan arkadaşlarıma selam göndermek istiyorum. İyi ki varsınız, iyi ki hayatımdasınız. Sizi çok seviyorum.
Melisa DENİZ