Kanatsız Kuşlar

Özgürlük bazen gökyüzünde durmadan süzülmek değil; yere düştüğünde bile maviliklere başını çevirdiğindeki cesaretinde saklıdır.”

(Bu yazının okunma süresi yaklaşık üç dakika sürmektedir.)

Gökyüzünün mutlak hâkimi oydu. Maviliklerin evi olduğundan neredeyse emindi. Uçsuz bucaksız hayat sahnesinin onun kanatlarıyla var olduğundan henüz haberi yoktu. Gece gündüz demeden kanat çırpar, günün her saatinin kusursuzca işlediğinden emin olmak isterdi. Dünya düzeninin doğruluğuna sorgulamadan inanmıştı.

Tüm gökyüzünü bugün dolaşmak zorundaymışçasına kanat çırptığı esnada, hesaba katmadığı bir kaza gerçekleşti. Çırpınmaya çalıştı ama nafile. “Bitti artık, devam edemeyeceğim…” Bilincini kaybeden martı her şeyin sonunun geldiğini düşündü.

Kendine geldiğinde uçmaya yeltendi, fakat kanatlarında derin bir acı hissetti. Dünyası başına yıkılmıştı. Hayatının geri kalanında kanatlanamama ihtimaliyle yüzleşmek tüm yaşamını gözden geçirmesine sebep oldu.

“Kanatlar özgürlük demekti. Sonsuz mavilikler benim gölgemle renkleniyordu. Ait olduğum yeri kaybetmeme ramak kalmıştı.” Dünyanın gürültüsüne kendini kaptırması hayatta en sevdiğini, özgürlüğünü, elinden almıştı.

Sahi hayatın hakkını verebilmiş miydi? Senelerini ondan beklenen sorumlulukları yerine getirmeye çalışarak heba etmişti. Yaşamının tamamını, tüm bu koşturmacanın kalabalıklığından kurtulmayı ve yalnızca keyfi için kanatlarıyla dans etmeyi ümit ederek geçirdi. Peki ya şimdi ne olacaktı?

Martı artık hayattaki amacının maviliklere hükmetmekten fazlası olduğunu anlamıştı. Asıl mesele gökyüzüne yükseldiğinde etrafını aydınlatabilmekti, hissettiği özgürlüğün kanatlarına verdiği gücü kucaklayabilmekti, kalp atışlarını her hissettiğinde heyecanlanmaya devam edebilmekti. Hayat belki de yalnızca var olabilmekti.

Senelerdir inandığı doğruları bir çırpıda silebilecek miydi? Sorgulamak, ruhunun derinlerindeki sızıyı ortaya çıkarmıştı. Canının yanması yanlış yola saptığı anlamına mı gelirdi? “Mümkün değil! Senelerce bir yalana inanmışım. Acı içinde olduğumun farkında bile değildim, çünkü yapmam gerekenleri yapıyordum; hayal ettiklerimi değil.” Zihninde beliren seslere engel olamıyordu. Gerçekler her zaman acı verici miydi?

Martı içindeki yankıya kulak verdikçe sessizlik büyüyordu. Gökyüzünden, evim dediği yerden, çok uzaktaydı. Evine yabancılaştığını düşünmeye, kendinden şüphe duymaya başlamıştı; oysa asıl mesafeyi kendine koyduğunu çok geç fark etti. Kanatlarıyla süzülemediği her an için pişmanlıkla kıvranıyordu. “Senelerce kendimden kaçtım. Zannettim ki sürüye ayak uydurursam başarabilirim.

Zannettim ki hiç durmadan çabalarsam hak ettiğimi alabilirim. Zannettim ki kalbimin sesine kulak verirsem sürünün gerisinde kalırım. Zannettim ki diğer martılar beni önemsedikleri için yargı dağıtırlar… Yanılmıştım. Bedeli ise bu defa hayallerime mâl olmuştu.” Rüzgâr, yaralı kanatlarının yanından esip geçerken adeta fısıldar gibiydi: “Uçmak için kanatlarına veya birinin gelip seni kurtarmasına ihtiyacın yok. Özgürlük bazen gökyüzünde durmadan süzülmek değil; yere düştüğünde bile maviliklere başını çevirdiğindeki cesaretinde saklıdır.”

Usulca gözlerini kapadı. İçine yavaşça yayılan huzura kendini bıraktı. Belki bir gün yeniden uçabilirdi, belki de hiç uçamayacaktı. Artık biliyordu, kalbinin anahtarını bulmuştu. Bazı uçuşlar kanatlarla değil kalple başlardı.

Melike Karabaş

Görsel kaynağı yapay zekâ tarafından oluşturulmuştur.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.