Belki 20 yaşındasın, belki 40, belki de 80. Var mı bir amacın? Üniversiteyi bitirmek, iş bulmak, evlenmek değil bahsettiğim. Ölüme ramak kala “İyi ki!..” diyebileceğin bir şeyler… “Ben bunun için yaşadım.” diyebileceğin bir amaç… Bir ideal, bir inanç ya da belki özgürlük… Üç noktaların sonu yok; konu yaşama amacına gelince cümleler pek sonlanmıyor, hep yetersiz ve bazen anlamsız.
Amaçları olanlar erdemli insanlar mıdır? Bir yola adanmış ömürler karşılıklarını verebilir. Neyin karşılığını; dünyada bize verilenlerin karşılığını, tükettiklerimizin karşılığını. Borcumuz olanı ödemek erdemli bir davranıştır. Bir amacımız olmazsa kan emen bir sivrisinekten farkımız mı kalır? Dünya nimetlerini sömürenler olmaz mıyız? Sivrisinekten biraz fazla, insandan çok daha az.
Okuyorsun, kariyer yapıyorsun. Ya “kariyer” denen şey gerçekten bir 20. yüzyıl icadıysa?* Amaçsız kariyerler gerçekten yeni yüzyıl saçmalıkları. Amaçsız emekler… Bol alkış, yapay övgüler, dolu bir cüzdan; dünyayı daha çok tüketmek için gerekenlerin hepsi amaçsız bir kariyerin getirileri. Amaçlı kariyere ulaşmak nasıl mümkün? Amaçları olan insanlar hep acılar üzerine mi yetişir? Amacımı bulmak için dünyadan tokat mı yemeliyim? Özgürlüğüm elimden alınınca sokaklarda yükselen haykırışlarım mı olmalı kariyerim? Gecenin karanlığında düşünmek yerine yapay ışıklar altında bilincini kaybedercesine dağıtan gençlerden biri benim çocuğum olduğunda mı engel olmaya çalışmalıyım bu düzene? Ya da insanlardan darbe yediğimde mi doğaya odaklamalıyım kariyerimi?
Yeraltından notlar mı yazmalıyım dünyaya; yoksa insanların ulaşamadığı dağlardan mı bakmalıyım aşağıya? Hangisi getirecek bana temiz nefesi? Dostoyevski’nin isimsiz kahramanı mı, Christopher McCandless’ın doğada bulduğu özgürlük mü? Dibe batıp boğulunca mı çıkacak içimdeki amaç, yoksa etraftaki havayı sadece ben soluyacak kadar özgür olunca mı?
Bulamıyorum. Ne yeraltındayım ne de gökyüzünde. Bana sunulan hayatı itaat edercesine yaşamaya devam ediyorum. Ölmeden amacını bulabilen insanlar kadar şanslı olacak mıyım? “İyi ki!…” diyebilecek miyim ölmeden önce? Belki… Demiştim, üç noktalara kaldım yine; yetersiz ve çoğu zaman anlamsız…
*
*
*
***Atıflar Dostoyevski’nin “Yeraltından Notlar”ı (1864) ve Jon Krakauer’in “Yabana Doğru”su (1995) üzerine yapılmıştır.
YAZAR: Hale İpek KAYIKLIK
TPÖÇG Blog Yazarı | Bilkent Üniversitesi Psikoloji Öğrencisi