Kendini Aramak Arasında

"Belki de kimse kendini kaybetmiyor aslında; sadece biraz ara veriyor ve sonra usulca, kendi özüne geri dönüyor."

(Bu yazının tahmini okunma süresi 3 dakikadır.)

Kendini aramak, çoğu zaman hiç bitmeyen, soluksuz bir maratona benzer. İnsan, sürekli bir hedefe, bir anlama ya da tanımlanmış bir “ben”e yetişmeye çalışır. Oysa ulaşmaya çalıştığın o idealize edilmiş “sen”, elini uzatsan dokunacak kadar yakın görünse de daima bir adım geride kalır. Bu bitmeyen koşuşturma içinde kişi, kendine dışarıdan bakarken nefesinin yetmediğini fark eder. Belki de sorun, koşunun hızında değil, durma cesaretini gösterememektir.

Hayat, yalnızca aydınlıkla parlayan bir tablo değildir; gölgesiz bir resim daima eksik kalır. Tıpkı karanlık bir renk olan karamsarlığın, diğer renklerin anlamını ortaya çıkarması gibi, gölge de hayatın doğal bir parçasıdır. Biz, dengeyi kusursuzlukta ararız; oysa insanın doğası gereği biraz yamuk, biraz dağınık ve hatta biraz da kırıktır. İşte belki de en gerçek, en samimi halimiz tam olarak budur.

Kendini arama sürecinde acele etmemek gerekir. Aradığını hemen bulamamak, hatta günlerce, aylarca bulamamak da mümkündür. Ancak bu arayışın kendisi, seni yavaşça sana benzetir. Bir sabah, herhangi bir anda, sessizce, farkına varmadan o huzuru ve kendini bulursun. Çünkü sen aslında hiçbir yere gitmedin; sadece biraz sustun, biraz mola verdin.

Kendini kaybetmek, zannettiğimiz kadar büyük bir felaket değildir. Bazen insan kaybolmaz, sadece mevcut konumundan biraz ara verir. Yorulur, durur, derin bir nefes alır. Ne güçlü görünme çabası taşır ne de her şeye bir anlam yükleme zorunluluğu hisseder. İhtiyaç duyduğu tek şey biraz sessizliktir. İşte o sessizliğin içinde, içinden geçen her duygu, her düşünce yavaş yavaş kendi doğal yerine oturur.

Karamsarlık, hayatın gölgesidir ve onu reddetmek, güneşi inkâr etmektir. İnsana yakışan her zaman dimdik durmak değil; bazen o gölgesine yer açabilmektir. Çünkü o gölge, bize en saf gerçeği fısıldar: “Hâlâ hissediyorsun. Hâlâ buradasın.” Kendini aramak, nihayet ışığı bulmak değil, karanlıkta oturmayı öğrenmektir. Bir süre hiçbir şey çözülmez, hiçbir şey tam olmaz. Ancak o eksiklik ve o karmaşa bile senindir. Ve belki tam da o karmaşanın, o dağınıklığın ortasında, kendine en çok benzediğin anı yaşarsın.

İçinde sessiz bir uğultu yükselir; konuşmaz, ama hep oradadır. Her şeyi çözmek isterken her denemede biraz daha karışırsın, yine de yürümeye devam edersin. Yönünü bilmesen de, adımların titrek olsa da ilerliyorsun. Ve bazen, sadece devam etmek bile başlı başına büyük bir cesarettir.

Zamanla fark ediyorsun ki, kendini kaybetmek, aslında yeniden başlamanın bir yoludur. Kırıldığın, durduğun o yerde yeni bir şey filizlenir. Küçük, sade ama çok gerçek bir his: “Ben hâlâ buradayım.” İnsan her zaman güçlü olmak zorunda değil. Bazen sadece sessiz kalmak ve o sessizlikte nefes almayı hatırlamak yeterlidir. Belki de kimse kendini kaybetmiyor aslında; sadece biraz ara veriyor ve sonra usulca, kendi özüne geri dönüyor.

Yazar: Fatoş Ölmez

Görsel: https://pin.it/i/7EoyTic2F/

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.