Serzeniş

''Bırakın beni, ben hissetmek istemiyorum. Bırakın, kendi dünyamda kalayım. O kadar mutlu olmayayım, bırakın. Kalbimi en iyi ben bileyim, kendimi en iyi ben tanıyayım, bırakın. İzin vermek, teslim olmak demek. Ben teslim olmak istemiyorum.''

 Ne zaman uzansa elimiz kaleme, klavyeye içimizden bir ses; “Dur belki yeterince iyi yazamayacaksın. Hayır durmalısın yazı yazmaya ne gerek var ki?” diyor. Bir yanımız deliler gibi hak veriyor içimizdeki sese, diğer yanımızsa bizi buraya getiriyor.

Neye direniyoruz, sahiden neye? Başaramamak mı korkutuyor bu kadar, başaramamak ne demek ki aslında. İnsan hata yapmak için doğmadı mı? Kim korkuttu bizi bu denli hata yapmaktan? Yürümeyi öğrendim diye, kimseye engelli yollarda düşmeyeceğime söz vermedim ben. Engellerde düşeceğim elbette. Düşeceğim, yarama bakmayı öğreneceğim, yarama hangi ilacın iyi geleceğini kavrayacağım, anlayacağım… Asla düşmemekten bahsediyorum hep, asla kalemi elime almamaktan, asla yoga matının üzerine oturmamaktan çünkü başaramamaktansa, yapmamak daha cazip. İnsan yüzüne tokat atılmasını sevmiyor. Başaramadın denmesini hiç sevmiyor.

Halbuki fark edebilmek için, hata yapabilmek gerek. Hissedebilmek için izin vermek gerek. İzin vermek… Nasıl oluyor? Birini tanımak, birine kalbini açmak, mutluluğu en üst seviyede yaşamak, acının en dip köşelerine bakmak, korkmak, cesaret etmek nasıl oluyor?

Bırakın beni, ben hissetmek istemiyorum. Bırakın, kendi dünyamda kalayım. O kadar mutlu olmayayım, bırakın. Kalbimi en iyi ben bileyim, kendimi en iyi ben tanıyayım, bırakın. İzin vermek, teslim olmak demek. Ben teslim olmak istemiyorum.

Acıyı en dipte yaşamayı, gözlerim şişene kadar ağlamayı, kendimle dost olmayı seviyorum ben. Birinin göz yaşlarımı silmesine alışkın değilim. Birinin göz yaşlarımın sebebini sormasına, beni anlamasına alışkın değilim. Beni ne zaman, kim anladı ki? Kim ne hissettiğime baktı? Kim yıktıkları, yaktıkları, kanattıkları için özür diledi ki benden. Kim?

Ben kendimle kaldım. Kimsenin duymadığı gecelerde, kimsenin duymadığı saatlerde kendime sarıldım. Kendi yaralarımı en çok kendime açtım. Nasıl sarılır, ne iyi gelir, en çok ben düşündüm.

Şimdi diyor ki insanlar, gel birlikte bakalım, gel kendini aç. Benden, kimsesiz hissettiğim gece yarılarını unutmamı istiyorlar. Benden kanayan yaralarımı nasıl tek başına sardığımı unutmamı istiyorlar. Yatağımın içinde, kalbimin en derinliklerinde hissettiğim acıyı göz yaşlarım tanımladı. Göz yaşlarım anlattı, ne kadar acıdığını anlattı.

 Hep çıktım o yatağın içinden, hep kalktım aynaya baktım. Aynadakine destek oldum, ona bazen hiç inanmadım, bazen yaptıklarına uzaktan bakıp vay anasını be dedim. Bazen onu görmedim, duymadım, dinlemedim, sormadım, izin vermedim. Birlikte büyüdük biz yatağın içindekiyle.

Onu anlamak için kulak kabartıyorum son zamanlarda ona izin vermeye çalışıyorum. Yatağın içindeki, beni duyuyor musun? O günler geride kaldı, sen dipleri gördün, en dibi sevmeyi de öğrendin. Unuttun mu? En dipte, ağlamayı sevmeyi öğrendin sen. Yaralarını açtın sen, kendine. Şimdi izin vermek zor, farkındayım çok zor.

Korkuyorsun değil mi? En dipte kalan acılarını fark edecekler, içindeki minik kız çocuğuna dokunacaklar, mutluluğu çok yukarıda yaşatacaklar sana. Halbuki sen, alışmıştın. Minik dünyanda, minik odanda, kitaplarında kendini aramaya. İçtiğin çayın tadına varmaya, yaralarını dostlarınla konuşmaya. “Denizin bittiği yerde sahil evleri, ben biterim sen başla ey sevgili.”

Yazar: Azra Öner

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.