Sekizinci Nesil Blog Veda – “İz”

(Bu yazının okunma süresi yaklaşık olarak okurda bıraktığımız her iz kadar sürmektedir.)

Sevgili Akıl Defterim Okuru,

Bu satırlarda birbirimizi karşılamamızın üstünden bir sene geçti. Dolu dolu geçirdiğimiz bir yılın ardından veda zamanı kapımızı çalmış, blog ekibi olarak son kez veda yazılarımızla karşınızdayız….

NESLİŞAH KAHRAMAN:

Bir açılır bir kapanırmış kapılar. Kimilerini ardına kadar açık bırakır, kimilerini sımsıkı kapatırmışız. Bazı kapıların arasına bir şeyler sıkıştırır, aralık bırakırmışız. Bazı kapıların sürgüsünü çeker de yine de dibinde beklermişiz davetsiz bir misafiri. Bir kapı kapatıp bir kapı açıyoruz şimdi. Hep yanımızda olan tüm komşularımıza yani bu kapıyı çalmaya cesaret eden yazarlarımıza, web sorumlumuza, editörümüze teşekkür ediyorum. Her çaldığında zil sesi, derin düşüncelerde buluştuk, sohbet ettik beraber. Ben bu kapıyı çaldığımda 3 sene öncesiydi. Yeri geldi, elimde valizimle bekledim kapı önünde. Yeri geldi, yolcu ettim dostlarımı güzel dileklerimle. Kimi gördüysem buradan gelip geçen, sözleriyle kazındı hafızama. Bir şiirde okumuştum, vedaların öyle çok can yakmadığını, en güzel yerde başlatılırlarsa eğer. Şimdi veda vakti. Bir kapıyı daha kapatıyor, açılacak yeni kapılar için yolculuğa çıkıyorum. Kulağımda tanıdık zil sesi, aklımda buradan kalan o sözler, kalbimde burada tanıdığım hisler…

DUYGU AKKUŞ:

Aynı temaya iki veda sığar mı diye düşünerek başladım bu yazıya. Bir veda iki kere yapılabilir miymiş hiç, eğer yapılabilirse ilk sefere de veda diyebilir miyiz?

Canım Yazarlar Lonca’m, canım 8. Dönem Blog Ekibim ve bu satırlarda buluştuğumuz duygudaşımız olan herkese bu yazım… Zaman su gibi akıp geçer deriz ya hep ama nasıl geçtiğini anlamaya çalışırken de asla geçmez bekler zaman bizi, anı yaşamamızı ister gibi. Kocaman bir dönem de böyle su gibi akıp geçti benim için. Ne ara başladığımızı, ilk yazımı yazdığımı, ilk yazıyı editlediğimi, ilk geribildirimi aldığımı ve ilk verdiğim geribildirimi düşünürken bende bırakılan koskocaman izleri gördüm. Zaman durmak bilmeden geçermiş, durdurmak imkânsızmış hatta akrep ve yelkovanı durdurmak da yetmezmiş. Yazılarımda kullandığım bu metaforu veda yazımda da kullanacağım hiç aklıma gelmezdi. Vedayı düşünmeden ana odaklanarak, dolu dolu yaşamışım bu dönemi, hala ilk yazımı yazar gibi seçemiyorum cümlelerimi.

Vedaları pek becerebilen biri değilimdir, hiç de hoşlanmam zaten. Bu yüzdendir bu yazının dağınıklığı… Ben hep yolculuk yapar sürekli hoş geldin kucaklamaları yaşarım kendimde, bu yüzden de hoşça kalın diyemiyorum hiçbirinize. Veda yazımıza, yaşadıklarımıza ve bizdeki tüm izlere kocaman bir hoş geldin!

ALEYNA KORKMAZYÜREK:

Yoluma uzaktan eşlik edene, yolumda yan yana yürüdüğüme ve yolda bin bir tesadüfle karşıma çıkana,

Bugün cesaret edebiliyorsam eğer; sessiz kalmış kelimelerin elinden tutup onlarla yürüyebilmeye, güneş misali ışıklar saçarken gölgelerimi de göstermeye, hiç görmediğim yüzleri bir ruh yarenliği ile kucaklamaya, sızılarımı açmaya, sağaltmaya, iyileşip iyileştirmeye… Hepsi senin sayende.

Omuzlarında kendini taşımanın yorgunluğu, otur o çok sevdiğin koltuğa. Çevir sayfaları. Ruhu birden fazla insana yansıyıp çoğalan ve çoğaldıkça güzelleşen, döndükçe farklılaşan çemberdeki ‘sen’i gördüğünde dur. İşte, buradasın. Bu hiçbir zaman bir veda olmayacak. Çember hep oluşmaya, daha da büyümeye devam edecek. Ancak şimdilik, ufak benden sana, kattıklarına minnetle, hoşça kal…

ARZU ŞAHİN:

Bu sefer son kez merhaba, sevgili okur. Beynimin içindeki düşünce yumaklarını yazıya dökerek, hayatın gidişatındaki minik keşiflerimi somutlaştırıp en çok da kendime anlatmaya çalıştığım tavsiyelerime ses verdiğim bir senenin sonuna geldim. Blog ve TPÖÇG’ün anlamı benim için büyük. Başvuru formumda TPÖÇG’ün en güzel özelliğinin buranın bir parçası olmak isteyen birinin illaki kendisinden bir parça bulabileceğine inandığımı söylemiştim. Bu senenin sonunda bu fikrim daha da güçlendi. Yazmak için ihtiyacım olan o küçük ittirme ve destek bana TPÖÇG ve Blog ile geldi. Ve tabii sevgili okurlardan. Kendi zihnimde çıktığım yolculuğa sizi de şahit ettim, kendi yolumu buldum ve bunu yazarak, paylaşarak sahileştirdim. Bu sebeple bu veda hem hüzünlü hem güzel; sıra yeni yazarlarımızda. Bu vedalar bize zor, ancak 9. dönem için küçük bir heyecan var içimde. Yeni birçok yazarımız kendi dilini bulacak ya da çoktan yürüdükleri yoldan bizimle paylaşacaklarına şahit olacağız. O yüzden üzücü bir hoşça kal değil, heyecanlı bir hoş geldin tercih ediyorum. Hoş geldiniz!

AYSİMA NESRİN ŞAHİN:

Büyük çınarın gölgesi altında oturup gökyüzünü izlerken hepimiz teker teker bir çizik attık ağacın gövdesine. Şimdi de hepimiz yavaşça kalkıyoruz altından. Kalemlerimizle izler bıraktık sonsuzluğa. O bizi biz yaptı, biz de onu. O bizi büyüttü, biz de onu. Tam bir sene önce koşa koşa geldiğim bu çınardan, yepyeni bir benle ayrılıyorum. Bu bir veda değil, bir son asla değil. Elbet bir gün karşılaşacağız orada ya da burada. Fitilin ilk ateşini burada yaktım, burada öğrendim, burada piştim. Şimdi gidiyorum doldurduğum sırt çantamla. Dostlarımla, yazılarımla, anılarımla. Yazılarımızı okuyan; kalbinin ve beynin bir köşesine ulaşan, farklı yerlerde aynı duyguları hisseden herkese bir teşekkürü borç bilirim. Hoşça kal Lonca’m, hoşça kal değerli okuyucu, tekrardan çınarın altında buluşmak dileğiyle.

DORUK POYRA:

Merhaba, bu benim TPÖÇG’deki ilk ve son yazım ne de olsa bu bir “web sorumlusu” klasiği. TPÖÇG ile geçirdiğim ilk dönemimde birsürü güzel insan tanıdım ve bu durum benim görevimi devam ettirmemin en büyük motivasyonuydu. İlk yazıyı sisteme girmemden tam bir yıl geçmiş olması bana oldukça garip geliyor. Sanırım bir süre daha salı, perşembe ve cumartesi günleri biyolojik saatim “Bugünün yazısını girmelisin.” diye beni uyaracak ve ardından içimde bir boşluk oluşacak, görüşmek üzere.

EMİN ÖZBAYRAK:

TPÖÇG’te, Blog ekibinde ve ayın önerilerinde iki yıldır sizlerle beraberdim. Artık bu beraberliğin sonuna geldik kesin olarak. Bu iki yıl boyunca hiç sıkılmadan yazılarımı takip eden ve önerilerimi merak edip bakan herkese çok teşekkür ediyorum. Umuyorum ki bıraktığım “izler” sayesinde ardımdan gelenler daha ileriye taşır ayın önerilerini. Sizleri çok seviyorum sağlıcakla kalın efenim.

HAZAL EZGİ YURDAGÜL:

Yalom, “Yas, sevme cesareti gösterenlerin ödediği bedeldir.” demiştir. Muhakkak ki her veda içerisinde bir nebze yası barındırır. Gönülden bağlanmışsak bir yerlere; vedamız da bebeğin anne rahminden ayrılışına benzer. Aynı sancıları, aynı acıyı çekeriz ve ayrılmak istemeyiz. Oysa veda etme cesaretinde bulunamayan yeni başlangıçlara gebe kalamaz ve yeni bir dünyaya merhaba diyemez. Sanırım veda etmenin zorluğundandır ki çoğu insan son sözlerini söyleyemez; son bir gülümsemeyle ayrılamaz. Veda edemeyenin yası sırtına yapışır. Onunla yaşar. Veda edenin ise içinde bıraktığı izlerle hatırında kalır. Bazen güç verir bu izler bazen ise yaralar. İzlerimiz bizi, biz yapar. Yazmak, izlerimizin etrafında dolanmaktır. İzlerimizle temas ettikçe onları sevmeye de başlarız. Yani, sanatla izlerimizi dönüştürürüz bir nevi. Buradaki bir gönderi kutucuğu benim izlerimi ilk sergilediğim yerdir. Zorlana zorlana sergilemekten korkmamaya başladığım yerdir. Bu yerden bir gün, bir sahil kenarını, bir kasabayı bırakır gibi ayrılmam gerektiğini biliyordum. Yeryüzünde bastığımız yerlere sadece biz ayak izimizi bırakamayız ya? Adımlarımız silikleşir ama bir kalpte, bir zihinde hikâyelerimiz kalır. Önemli olan da budur. Ne kadar yer kapladığın değil de nasıl bir yer kapladığındır. Yerimin ve bıraktığım izlerin hep bir kelebeğin kanadı gibi ince ve narin olmasını istedim. Ağlamaklı bir film sahnesinden çıktıktan sonra yürekte kalan bir ukte gibi cümlelerimin insanlarda yaşamasını istedim. En çok da çocuk Hazal’ın yazma tutkusuna ve hayallerine eşlik etmek istedim. Belki yollar tükenir; izler kaybolur ama içimizde taşıdığımız bizi biz yapan şeyler asla kaybolmaz. Başka yerlerde; başka zamanlarda buluşmak dileğiyle… İzleriniz hep iz bıraktığınız şeylere dönüşsün, hoş’ça kalın. 

RUMEYSA SOYÖZ:

En sade şekilde veda edeceğim bu güzel serüvene. Vedalar kısa olmalı ki yaşananlar daha çok hatırlansın. Her yazı birer izimiz, birer parçamız oldu. Şimdi baktığımda tüm izlerimize kendimizi koymuşuz ortaya. Zihnimizin tüm çıplaklığıyla var olmuşuz. Anlaşılabilmek, anlatabilmek, okumak, okunmak her birini tattım burada. İz bırakabilmenin mutluluğuyla da veda ediyorum artık bu serüvene. Her yazdığım satırda anımsayacağım, teşekkürlerimi sunacağım bir hatıram oldu. Bundan sonraki yazılarımda buraların izlerini yaşatacağım gururla. Bu satırlarım sona ermişliğin hüznüyle kaplı olsa da yeni izlere bir kapı açılmasının heyecanıyla doluyum. 

“Vedalar hep kısa kalır, mektup satırlarında.” 

Bir veda mektubunu güzel kılan ulaşacağı yerdir. Ve siz güzelliğin ta kendisisiniz. Canım ekibim, canım Lonca’m zamanın su gibi akıp gittiğini veda ederken anladım. Hepinize çok teşekkür ederim.  Ve tabii ki okuyucularıma ithaf edeceğim bu mektupta onlara teşekkürün en büyüğünü sunuyorum. Bütün ayrılıklar bir gün kavuşmak içindir. O güne kadar hoşça kalın.

SAMET CAN AVCU:

Zaman olgusu bize veda etmeye davet ediyor. Bir doğrunun üzerinde bir noktada yer ediniyoruz. Şimdinin öncesinde ya da sonrasında bir yerlerde kalırız hep. İşte zamanı anlamak bu kadar basit. Kendimi, bir çocuğa saat kavramının ne olduğunu anlatmaya çalışıyor gibi hissettim. Dürüst olmak gerekirse ben dahi henüz bu kavramı anlayamadım.

Gözlerimizden yaşlar akarken kalan izler bize çok şey hatırlatır. Bir de yetmezmiş gibi bazı izler oldukça derindir! Anılar, olaylar, sessizlikler… Belki az hüzün, çok kahkaha! Üstüne kasvetli bir hasret duygusu. Pişmanlıklar can yakabilir ve üzebilir. Yitirdiklerimiz sayesinde yeni kazanımlara davetiye yollarız. Klasik, fakat doğru. Bu da bir maceraydı. Kısaya uzun, yarına dün belki de. 

Bir tecrübe daha parmaklarımın ucunda sonlandı. Sahip olduklarımı kelimelere sığdırmaya çalıştım. Sanki yarın doğum günüm gibi. Yılbaşına doğru da bunu hissederim. Son zamanları gözden geçiririm… Öyle dersler çıkarmam kendime, öğütler vermem, şefkatle hatalarımı sorgularım.

Düşünüyorum da kim bilir kaç kişinin yolu uzanmıştır bu yerlere. Ben yeterince yürüdüm ve koştum. Defteri bitmiş de yenisine başlayacak küçük bir çocuk gibiyim. Yeniyi tatmanın mutluluğunu hissediyorum ama şimdi eskiye veda etmeyi bilmeli. Dilerim ki benim yolum bir daha uzanır buralara. Benim için en hatırlı ayrılık bu olur. 

Gelecek hepimize umut olsun.

Bir Düş Sokağı Sakinleri şarkısı gibi… 

“Vedalar doğru değil,

Sevgiler yalan değil”

ZEYNEP GÜZELTEPE:

Gök, salınanlar; yer, tutunmak isteyenler için. Ve biz arada kalıp iz sürenler, vadiler ile dik yamaçlar arasında gezinen, ruhunda bir mücadele, eli kolu uzanmaz dünyaları düşleyenler… Fikrine taş bağlayıp okyanusa fırlatabilen, derinlere kadar o izi sürebilen, derinlerde bile gözleri yıldızlarda gezinenler… Akıl almayacak ölçüde; kimi zaman korkak, kimi zaman biçimsiz yine de dönmeyen bir yel değirmenine rüzgâr olacak kadar kendinden geçebilenler… Kendini uzayda ve zamanda koşulsuz tekrardan oluşturabilen, ille de “bir şey” olmaktan imtina edenler… Etiketler ardında korunmaktansa mağarasından kaçabilen, yersiz ya da yurtsuzluktan değil cahilliğinden habersiz olmaktan çekinenler; karşılaştığı zaman ise cahilliğini sarmalamaktan kaçınmayanlar… Demem o ki tüm ben’ine rağmen büyük bir itinayla benliğini görebilen;

biraz bizler, biraz da sizler

…iz bırakanlar.

Not: yazar vedalara inanmamaktadır.

Yazar: “iz” blog ekibi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.