(Bu yazının okunması yaklaşık olarak 1 dakika sürmektedir.)
Çocukken bazen ortadan kaybolup bir kanepenin arkasına, bir masanın altına ya da dolabın içinde kıyafetlerin arasına saklandığımı ve evdekilerin yokluğumu fark etmesini çocuksu bir heyecanla beklediğimi hatırlıyorum. Bir süre sonra yokluğumu fark edip bana seslendikleri ve aramaya başladıkları zaman; içimdeki heyecan önce küçük bir tebessümle dudaklarıma yayılır, ardından güçlükle kapatmaya çalıştığım ağzımdan kıkırdamalar eşliğinde fırlayarak yerimi işaret etmeye başlardı. Kaygılı seslenişler yerini tiyatral bir meraka bırakınca evdekilerin de içi rahatlamış olur ve beni bulma oyununa dahil olurlardı. Tabii her zaman olay bu şekilde vuku bulmazdı. Kimsenin yokluğumu fark etmediği fakat benim saklanmaya devam ettiğim o aralıkta beklemek öylesine sıkıcı olurdu ki bazen, beklerken yorulmaya başlardım. Bedenimin hareketsiz kalmasından kaynaklanan ağrıya mı yoksa beni hâlâ kimsenin aramayışına mı bilmiyorum, içimde yoğun bir öfke duymaya başlardım. Eğer kimse yokluğumu fark etmediyse öfkem, hayal kırıklığına ve üzüntüye dönüşürdü. Saklandığım yerden ağlayarak çıkıp hesap sorardım: Neden beni aramadınız?
Biraz daha büyüyünce artık kanepenin arkasında ya da masanın altında saklanan bedeni sırıtmaya başlıyor insanın. Dolaplara sığamaz oluyor. Yine de saklanmak istiyorsa bir yolunu buluyor. Artık laflarında saklıyor kendini yahut yaptıklarında. Sergilediği bir tavırda kaybolabiliyor aniden. Biri gelip onu bulsun istiyor. Sen onu bulmaya çalışırken bazen o öyle gizlenmiş oluyor ki aranmanın hazzında yavaş yavaş yok olabiliyor. Aranmak, sorulmak, merak edilmek bir ihtiyaçken ortadan kaybolmak bir mesele haline geldiğindeyse bu ihtiyacını doyuramıyor insan. Ne istediğini bildiği halde istediği şeyi neden istediğini maskeliyorsa hele iyice bir bulmacaya bürümüş oluyor kendisini. Aramaya gelenin de işini zorlaştırabiliyor. Parçalarını dört bir yana saklayıp bulunmasını bekliyor âdeta, bir zaman sonra kendisinin bile nereye sakladığını unuttuğu bulmacanın parçalarını… Hâl böyle olunca yalnızlığa gömülüyor usulca, kimse arayıp sormuyor artık. Aramak boşuna bulunmak istemeyeni diyor Shakespeare…
İnsanın bulunması demek: Aynı zamanda kendisiyle, hatalarıyla, korkularıyla ve tüm duygularıyla yüzleşmesi de demektir. Belki bu sebeple kendisiyle yüzleşmekten korkanlar sürekli saklananlardır. Oysa kendisinden saklanana bir başkası nasıl el uzatabilir?
*Müzik Önerisi: No Clear Mind – Dream is destiny
Yazar: Aziz Akar
Görsel Kaynak: Yazara ait