İlişkilerde Üçüncü Şahıs: Travma

Aşk, bireyin kişilik yapısıyla birebir ilgili olabiliyor, diyor İlkim Öz. Peki biz kişilik yapımız doğuştan belli olarak mı doğduk yoksa çevremizin, belli yaşanmışlıkların elleriyle şekillenen bir heykel çamuru gibi miyiz? Tek bir travmatik olay tüm duygusal ilişkilerimizi şekillendirebilir mi? Travmatik bir bireyle birlikte olmak diğer bireyde travmatik bir etki yaratabilir mi?

Travma bir kişinin benliğine direkt tehdit ya da bir başkasının benliğine karşı olan tehdite tanık oma halinde gelişebiliyor. Aslında travmatik olayların genelgeçer bir tanımı yok. Doğal afetler, taciz, tecavüz, cinayet, terör olayları vs. ayırarak bir bireyde travma yaratacak bir olay diğerlerinde çok normal karşılanabilir. Travma öncelikle fizyolojik bir süreçtir, daha sonra içselleştirilir ve psikolojik bir sorun olarak ortaya çıkar. Travmatik olayların en zor tamir edilebilen hali 0-6 yaş arasında gerçekleşen durumlardır, sorulduğunda birey bu anılarını hatırlamakta güçlük çeker fakat zihni bu anları tekrar tekrar yaşar. Dramatik olan 2. evre ise ergenlikte karşılaşılan travmalardır, bu olaylar bulanık da olsa daha hatırlanır anılardır. Bilimsel araştırmalara bakıldığında zaten bu olaylar net bir şekilde hatırlansa travma olmaktan çıkacaktır çünkü zihin kendini korumaya alır. Kısaca özetleyecek olursak zihin ya kendini yok edecek ya da anıyı silecektir ama sinyaller göndermeye ve etkilerini davranışlara aksettirmeye başlayacaktır.

Travma fransızca kökenli bir kelime anlamı ise, ‘’Dışarıdan gelen bir darbe ile açılan yara‘’.  Bu yaranın sızısı ise travmatik kişilerde kendini çoğunlukla tedirginlik, suçluluk, öfke ile hissettirir. Kişiler suçluluk duyduğunda sızlar çünkü beyin kendini korumakla görevlidir; bu yara zihnin “Nasıl kendimi koruyamadım?” diye kendini suçlamasına sebep olur. Kişiler tedirginlik hissettiklerinde sızlar çünkü bu travmatik olayı zihinlerinde tekrar tekrar yaşarlar ve her an, her ortamda tekrar başlarına gelecek korkusu duyarlar. Öfke duyduklarında sızlar çünkü travma kişilerin yaşadıkları olaya ve veya travmaya sebep olan kişiye duydukları öfkeyi bastırmıştır ve bunu ya karşısındaki kişiden ya da kendilerinden çıkartıyorlardır. Elbette sonradan değişen tüm ilişki yapılarını travmatik geçmişe bağlayamayız fakat travmatik geçmişi olan kişilerin başta mükemmel başlayıp sağlıksız ilerleyen ilişkileri, bu duygularla yön buluyor.

Travma yaşayan kişilerin ilişkilerini incelediğimizde onların çok romantik ve çok iyi başlayan bir ilişkiyi zamanla batırdıklarını görüyoruz. Karşısındakilere kötü davranabilir ya da kendilerini aşağılamaya başlayabilirler çünkü kişiler kendilerini bu kaliteli ve güzel giden ilişkiye yakıştıramaz, layık göremezler. Bu durumun üstünde biraz düşündüğünüzde bireylerin bu davranışları kendilerini cezalandırmak için sergilediğini görebilirsiniz. Bazen de karşısındakine karşı aşırı kabalaşıp partnerlerinin kendilerini terk etmesini sağlarlar ve o hep derinde yaşadıkları ‘“Ben değersiz birisiyim.” duygusunu pekiştirirler. Partnerler bu durumu fark etse ve ilişkileri için savaşmayı tercih etse de ilişkiyi ancak bir müddet uzatabilirler ve sonunda çok daha yıpranmış halde ilişkiye son verirler çünkü travmalı bir bireyle ilişki, sürdürülebilir bir ilişki değildir. Travmalı kişilerin öncelikle yardım alması gereklidir. 

Peki tüm bu değişimler olurken karşı tarafta durumlar nasıl gelişir? Travmalı bireyler uzlaşmasız ve saldırgan bir tavır belirlerler. Travmatik bireyler partnerlerini aşağılar, reddetmeye başlar. Travmatik bireylerin partnerleri ilgisiz veya çok ilgili birisiyle karşı karşıya kalıp ya ilgiye açlık duyar ya da sıkışmışlık hissine kapılırlar ve genelde ne olduğunu anlamlandıramadıklarından yakınırlar; bir gün bağırıp çağıran, küfürler eden sevgilisi ertesi gün kollarında ona gülümser. Bu süreç sağlıklı bir bireyler için ise çok yıpratıcı geçecektir. Eğer travmalı taraf şiddet görmüşse çoğunlukla ilişkisinde şiddete başvuruyor. Bu da elbette yeni travmalar yaratıyor. İlkim Hanım’ın bir danışanı hikayesini şöyle paylaşıyor:

‘’İlk tanıştığımızda çok iyi birisine benziyordu. 6 ay peşimden koştu, ben ona ısınmamıştım. Arkadaşlarım ‘Bu adam sana aşık, hem bir denesen ne kaybedersin ki?’ diyorlardı. Denedim ve kendimi kaybettim. Bana karşı çok kibar, sevecen, saygılı, anlayışlı tavırlarıyla güvenimi kazandı. Beni istemediğim hiçbir şeye zorlamıyor, bireysel özgürlüklerimi asla kısıtlamıyordu. Bir süre sonra bana karşı romantik ve duygusal yaklaşımlarını sevmeye başladım ve ona aşık oldum. Birlikteliğimizin 3. ayında evlilik teklifi etti. Biraz daha birbirimizi tanımamız gerektiğini ifade ettim, anlayışla kabul etti. Beni rahatsız eden tek şey trafikte aşırı sinirli oluşuydu. Bunu birkaç kez ona söylediğimde işten ötürü gergin olduğunu ve daha özenli olacağını söyledi. 6. ayımızda bensiz yapamayacağını söyleyerek her kadının beğeneceği bir evlenme teklifi etti. Ailelerimiz pek uygun değildi ama ailem ‘Olsun siz mutlu olun da.’ diyerek bizi yüreklendirdi. Nişanlandıktan sonra her şey büyük bir hızla değişti.Arkadaşlarımla buluşmalarımı bir şekilde engelliyor, kıyafetime, saçıma karışıyordu. Beni işe kendi götürmek istediğini arabamı satmamı istediğini söyledi. Evlendikten sonra da çalışmamalıymışım. O güne kadar hiç tanımadığım arkadaşlarıyla gece gezmeleri başladı.Aradığımda ya küfür edip yüzüme kapatıyor ya da hiç açmıyordu. Ertesi gün özür diliyordu. Bir gün iş çıkışıma gelerek büyük bir sürprizi olduğunu söyledi. Evlendikten sonra oturacağımız evi almış ama ben bozulmuştum, birlikte seçmeliydik. Beni değer bilmezlikle suçladı, evin duvarlarını yumrukladı. Ertesi gün yine özür diledi. Her davranışımı, her sözümü, dinlediğim müziğe kadar sorgulamaya başladı. Kaygılıydım. Bir an önce nikah tarihi almak istiyordu,  bense kararımı sorguluyordum. Bir gün perdeler için ölçü almaya gittik. Ben ölçü alırken bunu nereden bildiğimi sordu. Yoksa daha önce başka birisiyle ev mi tutmuştum? Birden sinirlendi önce kendine sonra bana vurmaya başladı. Kaçmaya çalıştıkça beni yakaladı, çok güçlüydü. Bağırmaya başladığımda arka odaya götürdü ve tecavüz etti, gece boyunca da devam etti. Kapıyı kilitlemiş ve telefonumu kırmıştı. Çaresizdim ve sürekli ağlıyordum. O ise karşıma geçmiş ‘Niye ağlıyorsun, nasılsa evleneceğiz.’ dedi. Bir şekilde oradan kurtulmalıydım ama hem ruhsal hem bedensel olarak bitmiştim. Ailem ve arkadaşlarım meraklanmış, polisle birlikte kapıyı kırarak içeri girdiler. Şimdi HPV virüsüyle uğraşıyorum. Öğrendim ki çocukluğunda babasından ağır şiddet görmüş, annesi ve kardeşi de aynı şekilde. Yemek yiyemiyorum, en yakın arkadaşlarımla görüşemiyorum, işe gidemiyorum. Dedim ya bir denedim, kendimi kaybettim.‘’

Peki bu döngü hep böyle sürmek zorunda mı? Travmalı bireylerin travmalarını bir başkasına devretmesini engelleyemez miyiz?  Peki bu vakadaki x bey ne kadar mâdur, ne kadar suçlu? Bir yerlerden yakalayıp ipin ucunu, koruyamaz mıyız en baştan bu insanları? Korumaya alabilsek daha az bedel ödenmez mi?

Kaynakça: 

Öz, İ. (2017) Travma Çağı Geçmişin Gölgesinden Kurtulmak. İstanbul: Martı

 Kleinman,P. (2012) Psiko101. İstanbul: Okuyanus

Cohen,L.J. (2017) A’dan Z’ye Psikoloji. İstanbul : Say

Jarrett, C. (2011) 30 Saniyede Psikoloji. Çin: Caretta

 Yrd. Doç. Dr. Neslihan Arıcı Özcan  https://www.youtube.com/watch?v=neOcnAOzHUA&t=1693s

Yazar: Büşra Büyükgöz

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.