(Bu yazının okunması yaklaşık olarak 2 dakika sürmektedir.)
Küçükken evimizde eski küçük bir pusula bulmuştum. Merak dolu aramalarım sonucunda bulduğum bu hazine beni uzun süre yeni bir arayıştan koparacak kadar ilgimi çekmişti. Evin içinde dolanır, etrafımda birkaç tur döner ve küçük mavi okun yönünü bulmasını hayranlıkla izlerdim. Kaybolmaktan korkan küçük bir çocuksanız eğer bir pusula sizin bütün korkularınızı mıknatısının ucuna çekip varlığından habersiz olduğunuz uzak diyarlara gönderebilir. Hakikaten ne olmuştu o pusulaya? Şimdi düşününce onu annemin eski kahverengi sandığının dibinde görür gibi oldum. Üstü epey toz tutmuştur dedim içimden. Ama hâlâ mavi gözlerini kuzeye dikmiş duruyordur.
Bütün bunlar zihnimin kuytu köşelerinde dört dönüyorken buralara kadar nasıl geldiğimi sorguladım. Sayısız vagonuyla önümden geçen düşünceler trenine bindiğim durağı hesap etmeye çalıştım bir müddet. Ve bingo… İlk durak tabelası şimdi tam karşımda duruyordu. Kendimi başladığım noktaya geri getirdiğimde peşimden okkalı bir keşkeyi de şu cümleyle beraber sürüklemiştim. “Keşke bir zamanlar ellerimde tuttuğum o pusulayı kalbime yerleştirebilseydim. İşte o zaman gitmem gereken bütün yolları ezbere bilir ve kendimi sayısız olasılığın karmaşasından kurtarabilirdim.” Asıl meselesinin ihtimallerinde saklı olduğunu bildiğim bir hayattan bunu dilemiş buldum kendimi. Yorgunluğum her halimden belli oluyordu. Sayısız olasılığın karmaşasından kurtulmak için mucizeleri ve umutları feda etmiştim. Yaşaması en güzel duyguların ihtimallerde tomurcuklandığını anladığımda dileğimi geri almaya karar verdim. Bakıp göreceğiz dedim içimden. Bakmayı öğrendiğimizde görmek istediklerimizi göreceğiz. Mucizeleri beklersek eğer mucizelerle karşılanacağız.
Yazar: Seher Avcı
Görsel kaynak: https://pin.it/1NiYlQnXL