(Bu yazının okunması yaklaşık olarak 3 dakika sürmektedir.)
Burada yazdığım her şey 29 harf ile sınırlı. Kullanılan harfler bakanları belirli bir basamağa kadar yukarı taşıyabilir. Görenlerin ise zihnine dayanır basamaklar. Ancak her zihin çıkabildiği kadar yükselir. Bu yüzden kimseye şunun garantisini veremem: Yazdığım şeyler herkeste aynen tezahür edecek. Tabii şunun garantisini verebilirim: Okumak, üç ya da beş basamak çıkabilen herkesin zihnindeki bilinmezliklere yeni kapılar açar. Yazarkenki niyetim de bu yönde: Sınırlı harf sayısına rağmen herkesin kendi düşünsel basamaklarında yükselmesine aracı olmak, bilinmezlikten bilinirliğe doğru bir köprü oluşturmak, sınırların ötesinde bir keşif yolculuğu başlatmak…
Harfler ile örülmüş mânâlar; kimileri için yeni bir düşüncenin başlangıcı, kimileri içinse var olan düşünceleri tetikleyen yeni bir felsefi soru doğurabilir.
…
Modern zamanda insan gün geçtikçe kendi özünden uzaklaşmakta, kendi özünde kalmak otonomi gerektirdiği için herhangi bir zahmete girmek yerine çoğunluğun akıntısına kendisini bırakmaktadır. Böylece kendi fikirlerini, kendi kavrayışını, kendi anlayışını geliştiremeyen, doğruyu ve yanlışı ayırt edemeyen, refleksiyonda bulunmayan bilinç; diğerlerinin fikirlerine ve kararlarına artık teşne hâle gelmekte: Sırf herkes yaptığı için yapmayı isteyenler, herkesin takip ettiğini takip edenler, sırf herkes aldığı için alanlar, herkes gittiği için gidenler, herkes paylaştığı için paylaşanlar…
Yapıp ettiklerimizin altı kendi motivasyonlarımızla dolmadıkça ne yaparsak yapalım o yaptığımız her ne ise bizi kendi özümüzden çok uzak bir durakta indirecek. Nereye geldiğini anlamayan insan yine o durakta inenleri takip edecek. Diğerleriyle birlikte olmanın getirdiği ama kendisinden kaynaklanmayan gücün ve rahatlığın etkisinde kendisinden uzak düşecek. Nereden geldiğini bilmediği boşluk hissi ise oradan oraya koştururken ona eşlik edecek. Ta ki bir gün tüm o koşturmacanın ortasında durup bir ân için kendisine tepeden bakmayı başarana dek. Etrafındaki sahici kendilik hâlinden kopmuş, otomatik pilota bağlanmış insan yığınını görene dek. Onların içinde günbegün onlara benzediğini fark edene dek. Ancak bütün bunlara rağmen, neden aynadaki aksinden dünyada başka bir tane daha olmadığını idrak edene dek. Böyle bir bilinçli farkındalıkla nerede olduğumuzu bilebilir ve nerede olmak istediğimizi belirleyebiliriz.
Kolay değil; kaybolduğumuz yerden kendi yolumuzu bulmak ve bulmak için var olan kalıp yargılarımızı sorgulamak, bizi hep aynı çıkmazda tutan ezberi bozmak, yaşam içinde kazandığımız işlevsiz alışkanlıklardan uzaklaşıp doğruluk üzerine kurulu bir bilinçle hareket etmek. Ama zaten kişisel bütünlük içinde olmak ve yaşam enerjimiz olan özümüze varmak için çıkacağımız yolda dikkate alacağımız tek ölçüt kolaylık üzerine olmamalı. Uğruna değerlilik üzerine de olmalı. Kolay olmasa da mücadelemiz uğruna değecek bir değer olmalı hayatlarımızda: Zorluklarına göğüs germek isteyeceğimiz, belki zamanla kolaylaştırmayı isteyeceğimiz ama ne olursa olsun her yönüyle tüm sorumluluğunu alabileceğimiz… Köklerimizi ulaştırmak isteyeceğimiz bir hayat olmalı, bulunduğumuz saksıyı çatlatıp içine karışmak isteyeceğimiz… İşte ancak o zaman diğerleriyle birlikte olma hâlimiz bir anlam kazanabilir.
…
Tıpkı harflerden oluşan yazıların ötesindeki anlamlar gibi biz de etten ve kemikten oluşmuş yapımızın ötesinde varoluşsal bir anlama sahibiz. Bu anlam; bu dünyada henüz istismar edilmediysek ve manipüle edilmediysek ortaya çıktığı zaman, birçok şeyi değiştirebileceği gibi kendi yaşam kaynağımızdan beslenerek bu dünyadan ayrılma şerefine de bizi nail edebilir.
Bir sonraki yazıma kadar bir kaç basamak daha çıkmanız için size bir soru bırakıyorum: ‘‘Şimdiye kadar kendiniz için uğruna değeceğini düşündüğünüz en büyük mücadeleniz ne oldu?”
*Müzik Önerisi: Damien Rice – The Box
Yazar: Aziz Akar
Görsel Kaynak: Merve Nur