HATIRALAR

Mustafa Bey'in hissettiklerini anlattığı bir ikindi vaktini, sevgili Tülay Özer’den Büklüm Büklüm dinleyerek okursanız çok seviniriz. Çünkü her hayatın bir şarkısı olduğu gibi her şarkının da bir hatırası var.

Eskimiş iki bakırı gözünden sakınmak, oyası sökülmüş yazmaları koklayarak saniyelik kokunu almaya çalışmak ne demekmiş sen ölünce anladım.

Her akşam güzel bir şarkı bulup eskiciden o zamanın parasıyla on liraya aldığımız masanın başına oturuyorum. Duvarı çizeceğimden şüphelenerek elime kalem vermedikleri yılları özlüyorum. Hani şu defterin sayfalarını boydan boya iki pencereli evlerle doldurduğumuz yıllar var ya, işte tam da o yıllardan bahsediyorum.

Sen ölünce anladım ki aşık olmak, dost olmak, tanış olmak; bunların hepsi anlık meseleymiş. Şimdi sorsalar seni hiç tanımamış olmayı yeğler miydim diye düşünüyorum. Hatıraların kötü yüzüyle, varlığı her şeyin olan insanın yokluğu aracılığıyla tanışmış olmak çok zor. En mutlu andan bile kalmış olsa insan ona baktığında, o anın bir daha gerçekleşmeyecek olması ile kahroluyor. En azından ben oluyorum. Birlikte aldığımız eşyaları gördükçe hatıra kalsın diye çektirdiğimiz fotoğraflara baktıkça kahroluyorum. Hepsi ile bir başıma mücadele edemiyorum ben. Hepsi bana senin gittiğini, artık yanımda olmadığını hatırlatıyor. Senin hatıra kalsın dediklerin benimle konuşuyor ve ben onları dinleyemeyecek kadar yaşlandım. Sokak kapısının önündeki iki çocuk sesi de olmasa temelli düşeceğim.

Seni her özlediğimde çeyizinle getirdiğin o beyaz fiskos masasının önüne geçip pencereden dışarıyı izliyorum. Aklıma büklüm büklüm mırıldandığın saatler geliyor. Bir Tülay Özer şarkısı gibi bekleyen dargın anılara karşı anıyorum seni. Bu iş böyle olmamalıydı diyorum. Ben senden sekiz yaş büyüktüm. Benim atmaya kıyamadığım gazetelerime bakarak hüzünlenmesi gereken sendin. Oysa saçlarına takılan mavi boncuklu küpelerine bakarak hüzünlenen ben oldum.

 “Sanki seni boğar gibi” diye çıkıştığı vakitlerde Tülay Hanımcığıma eşlik ettiğin saatleri özlüyorum. Soran gözlerle bakmaya hakkım yokmuşçasına gittin. Toprak kokusunu çok severdin. Bazen kendi kendime ondan mı kavuştun ona bu kadar erken diyorum. Benden de mi çok sevdin toprağı? Her sabah suladığın çiçeklerin birer birer düşmeye başladı saksının dibine. Özür dilerim açan çiçekleri gördükçe maharet toprakta sanmıştım. 

Bir kez daha evet desen bana süslenmiş masa başında, bir kez daha açsan bana kapıyı eve geldiğimde ne olurdu diyorum. Çok özlüyorum. Bir sobalı evimizde seninle uyanmayı çok özlüyorum. Bıkmadan saatlerce yazdığım yazıları dinlemeni, pazar alışverişlerine bensiz gitmemeni, herkes için basit olsa da en küçük detaylara bile sevgimizle anlam yüklemeni, beyaz işlemeli gömleklerini ve kahkahalarını çok seviyorum.  Düğün davetiyelerinin zarfında adın yazmadığından beri, orta sehpada doldurduğun şekerlikleri boş gördüğümden beri, 68 yılında aldığımız ve parmağından hiç çıkarmadığın alyansı hastanede avucuma verdiklerinden beri seni çok özlüyorum. Masaya koyacağın kaşık çatalları okula yeni başlayan çocuklar gibi birer birer sayardın kalabalık akşam yemeklerinde, sen öldüğünden beri kalabalık da olmadı akşam yemekleri. Ama üzülme ben sana saygımdan yine de çiçekli peçetelerden koyuyorum çatalla kaşığın altına. Saatlerce çay keyfi yaptığın sabahları, el açması böreklerini eksik etmediğin hafta sonlarını çok özledim. Bir gece ile gündüzü iyi ayırt ediyorum. Onun dışında hangi gün hangi hafta bilemiyorum artık.  

Ben Ümit Yaşar Oğuzcan değilim ki iki kere iki yine sen etsin. Benim için hiçbir şey sen etmiyor Fatma. Şu 80 yıllık ömrümde hiçbir şeyi değil, gençlik yıllarımı dahi değil. Sadece seni özlüyorum. 

Eşin Mustafa Bey

Yazar: Amine Nadide Ergün

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.