Eve Dönüş

Saçlarımız okşansa “Sen olduğun halinle yeterlisin.” denilse belki de, ruhumuz kafesinden salınacaktı. Biz bekledik onlar ise sustu. Ne acı ki, insan evladı önce kendi yüreğini susturmuştu.

(Bu yazının okunması yaklaşık 3 dakika sürmektedir.)

Yollara düşüp evlerimize dönüş.. Evim dediğimiz sevdiklerimizin kollarına dönüş.. Ama en çok da günlerce, aylarca ve belki de yıllarca kaçtığın, yüzleşmekten korktuğun kendine dönüş.. Eve dönüş ne demekti? Evin gerçekten neresiydi? 

John Lennon sözü ile başlamak istiyorum satırlarımı yazmaya: “Hayat siz planlar yaparken başınıza gelendir.” 

Dış dünyada bir kıyamet kopmuş ki sormayın. Doğa kendini yeniliyor, insanlık psikolojik ve fizyolojik bir evrimleşmeye doğru yol alıyor. Nasıl da bir anda dört duvar arasına tıkalı kaldık değil mi? En çok da kendi iç duvarlarımıza.. Kimimiz onları yıkmaya ve ardındaki seslerle konuşmaya cüretkar bir yaklaşımda çoktan bulunurken, ötekiler hala oturup o duvarlara bakıyorlardı. Yavaşlamak çok garip bir duygu hepimiz için. Ne de olsa hızlı olanın kazandığı bir yüzyılda yaşıyoruz. Gözlerimizi iki nesne, insan, olay arasında hızlıca gezdiriyor ama asla görmüyor; farkındalıktan, anın varlığından, gökyüzünün maviliğinden, bir denizin kokusundan mahrum bırakıyorduk ruhumuzu. Tahammülsüzdük biz. Sevdiklerimizi kolayca atabiliyorduk. Sorunları konuşmak yerine kaçarak.. Duyguları dillendirmek yerine terk ederek.. Öylece denemeden. Kemal Sayar’ın bize hatırlatmak istediği bir şey vardı:”Sevmek için zaman ayırmak gerekir. Bilmek için zamana ihtiyaç duyarız. Güzelliği ancak zaman ayırarak fark ederiz. Zamanla olgunlaşırız. Lütfen yavaş gidiniz.

Sevdiklerimizle konuşmadığımız, sarılamadığımız mevzular vardı hala. İçimize derin derin çekemediğimiz sohbetler, nefesler vardı. Gri kalan hikayelerimiz vardı. Yaşamaya cesaret edemediğimiz, gizlediğimiz duygularla kalakaldık. Çok sayıda insanla, kuru bir kalabalıkla sığ ilişkilerin esiri olmuş, ortasında kaybolmuştuk kimi zaman. Biz daha kendimizi dinleyememiştik ki bir başkasını dinleyelim dahası duyabilelim. Hayatlarımızı birbirine çarpabilelim. İnsan insanı yarasından anlardı. Yaralı birini dinlerken yaralı olabilmekti mesele. Belli mi olur, belki de şimdilerde, aylarca ya da yıllarca süren duygusal bir uyuşukluktan sıyıracağız kendimizi. Önceliklerimizi belirleyebildiğimiz, daha anlamlı hayatlar için, kendi gerçekliğini görebilmen için bir imkan belki de bu.. Kendi içimizden fırlayacak, sağanak gibi yağacağız belki, daha iyisini başlatmak için… Belki de sonra Zweig haklı çıkacak: “Bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar.”

Koşturup durduk etrafta. Dizlerimiz de kanadı, gözlerimiz de dolu doluydu o anlarda. Saçlarımız okşansa “Sen olduğun halinle yeterlisin.” denilse belki de, ruhumuz kafesinden salınacaktı. Biz bekledik onlar ise sustu. Ne acı ki, insan evladı önce kendi yüreğini susturmuştu. Yorulmaya vaktimiz , güçsüz kalmaya ise cesaretimiz yoktu. İki tane elimizle, iki yüz tane ipin ucundan tutmaya çalışmıştık hep. Oysa onlar bizim kendi söküğümüzdü. 

Sevgiyi içimizde beslemeden, güvenli alanımızı henüz inşaa edemeden, orada ya da burada; onda ya da bunda arar olmuştuk. Yalnız ve yabancıydık. İçimizdeki ruhtan, çocuktan uzaklaştık; kalplerimizi bir başka bedende harcadık. Kendi mutluluğumuzu bir başkasının avuçlarının içine güzelce yerleştirdik biz. Evet, bunu bizler yaptık, kendimize..

Asıl sorun, dengeyi bozmadan denge sahibi olmaya çalışmaktı. Griye tahammül edemezken siyah ya da beyaz olması için inatlaşmaktı. Bulanıklığa  tahammülümüz yoktu. Bilmediğimiz her şeyden korkuyorduk. Oysa belirsizliğe, acının içinde dolaşmasına, iliklerine nüfus etmelerine  izin ver. İzin ver ki, kaynasın, kabuk bağlasın, olgun bir izi kalsın. Yaşamanın belirtisidir bu iz. Yaşıyor olduğunun sinyali.. Bizler geçmiş ve gelecek ikileminden bir türlü yaşamaya, şu ana varamıyorduk ki.. Her gün yeniden sıfırlanan, asla eklenmeyen ya da çıkarılmayan tek şey zamandı. Zaman, şu andı. 

Çok yorulduk.

Acıları artık hissedemeyecek kadar çok..

Kan revan yaralarımızın hangi birini saracağımızı bilemeden içlerinde kaybolduk.
Kendi içimizde yok olduk. 

Evin, sen hariç, bir başkası ya da bir başka yer değildi.
Evin, senin derininde olandı.
Sen yeterliydin ve tamamdın. 

Geçmişinin yara izleriyle.. 

Aydınlığınla, karanlığınla.. 

Sevgiyi yakalamaya çalışmaya ihtiyacın yok.
Sevginin sen olduğunu hatırlamaya ihtiyacın var.. 

İçinde olduğunu bilmeye..

Her yıkımda, onu yeniden inşa edebilmeye.. 

Çünkü ondan başka gideceğimiz, kaçabileceğimiz bir yer yok.. 

Çünkü hayat, kendi içine doğru bir yolculuktur..

Şimdi eve dönme vakti.. 

Yazar: Ceren Bayram

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.