AYRILIK

Bu hayatı ona son vermeyecek kadar değil, her seferinde ayağa kalkacak kadar seviyoruz. Yine de her gün doğan güneşe, vicdansız sevgiliye, kazağımızın kolundaki neme sövüyoruz. Belki de sevmelerin bizde bıraktığı izlerdendir, yaşamayı bile sevdiğimizi inkar etmemiz.

(Bu yazının okunması yaklaşık olarak 3 dakika sürmektedir.)

Kazağının kolunu biraz çekip camda biriken buğuyu sildi, karşıdan karşıya geçerken İstanbul’u seyredebilmek için. Karanlık bir salonda otururken güneşi içeri davet etmek adına perdeyi aralar gibi. Ufak bir daire çizdiğinde bakışları kavuşuyordu manzarayla. “Tüm kavuşmalar böyle kolay olsa ya!” diye geçirdi içinden, tüm ayrılıkların keskin bir bıçak gibi saplandığı en derinlerden. Bir başka kesik izine daha yer kalmadığına emin olduğu zamanlarda bile, o keskin bıçak daha derinlerde yer buluyordu kendine her bir terk edilişte. Ve işin ilginç yanı, hiçbir kavuşma ayrılığın tesellisi olamıyor. Daha doğrusu birbirinden kopan her ne olursa olsun, tekrar bir araya geldiğinde eskisi gibi olmuyor. Bunu elbette o değil ben söylüyorum. O henüz bir yaranın daha kaç kere kanayabileceğini çözmüş değil. Öyle ya, ben de değilim. Ama ben en azından saymayı bıraktım. O ise, bir teselli umuduyla kavuşmanın hayalini kuruyor. Ayları, yılları sayıyor. Bildiği en yüksek sayıya kadar yolu var. Olsun, yürüsün. Daha söyleyeceği çok ayrılık şarkısı, okuyacağı çok şiir var. Kaybolsun kelimelerin arasında ahenkle dans ederek. Bir noktaya tutunur da anlar belki ne ayrılıkların ne de yenilgilerin bitmeyeceğini.

Hafiften nemlendi kazağının kolu. Bu sefer camın buğusuyla değil, ıslak gözleriyle kavuştu sıkı örgüler. Göz altlarını tahriş etmiş olmalı, önce kızardı sonra yandı yüzü. Elleri buz gibiydi, alev alev yanan yanaklarının aksine. Daha yaşanmadan hissettiği ayrılığın acısını, düşlediği kavuşmalarla dindirmeye çalışıyordu.

İnsanlar, hayatlar ve savunma mekanizmaları. Çözüm aramaktan nefes almaya halimiz kalmayacak kadar yorgun düşsek bile, son bir derin nefesin ardından yolumuzu buluyoruz. Bu hayatı ona son vermeyecek kadar değil, her seferinde ayağa kalkacak kadar seviyoruz. Yine de her gün doğan güneşe, vicdansız sevgiliye, kazağımızın kolundaki neme sövüyoruz. Belki de sevmelerin bizde bıraktığı izlerdendir, yaşamayı bile sevdiğimizi inkar etmemiz. İnan hiç bilmiyorum güzel kadın, bu şehri mi yoksa yolları mı daha çok sevdiğini. Kahkahaları mı yoksa her göz yaşında daha çok kızaran göz altlarını mı daha çok yakıştırıyorsun kendine? İnan bilmiyorum. Sen de bilmiyorsun. Bir ayrılığın kaç kavuşmaya bedel olduğunu bilmediğin gibi. Yine de söylemeden edemeyeceğim, hayran kaldım sadece gitmen gerektiğini bildiğin için yola çıkmana. Bir adam vardı. ona ayrılıklardan ve yollardan bahsettiğimde şunu söylemişti: “Bir kez yola çıktıktan sonra, yolu sorgulamayacaksın.” Eminim sen de yolu değil, içine içine yerleşen bıçak izlerini sorguluyorsun. Üstünde durduğun köprüyü, kazağının nemli kolunu, gözlerinin buğusunu düşünüyorsun. Belki sen de bir çoğumuz gibi inkar ediyorsun bu hayatı sevdiğini ama tahriş olan göz altlarını okşuyor, her kesik izine sarılıyor ve tüm güzelliğinle ayağa kalkıyorsun.

Şimdi sana söyleyecek çok da bir şeyim kalmadı, o çok sevdiğin şiirden bir cümle hatırlatmak dışında: “Buluttan çözülüşün acısını denizde eriyişin sevinciyle değiştir, bir yerden kopuşsa ayrılış, bir yere ekleniştir.”

Yazar: Neslişah Kahraman

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.