
(Bu yazının okunması yaklaşık olarak 3 dakika sürmektedir.)
Üzerimden tır geçti, hakikaten söylüyorum. Cama asılmış bir çekirge ve tel kapıda bir tane daha, az daha küçüğü. Karşıdaki binanın çatısında ışıltılı bir gölge. İnsan zannediyorum, çömelmiş bir insan. Ağzım alkol kokuyor, sızıyor dışarı birinci bira, ikinci bira ve üçüncüsü. Göğsümde koca bir ağırlık, artık onu taşımıyorum, altında eziliyorum. Kemiklerimi kırdı zaman. Ben böceklerden çok korkarım ve hayaletlerden. Gerçi birkaç ölü insan tanıdıktan sonra fikrim değişse de tanımadığım hayaletlerden hâlâ korkuyorum. Şeytanlardan o kadar değil; şeytanları içimden biliyorum. Ama ele geçirilmişse birisi ya da hortladıysa o zaman arkama bakmadan kaçarım. Bir yola çıkarım illa ki. Ormandan fırlayıp. Asfaltın döşendiği medeniyet. Bir iki araba beklerim karanlıkta, geçmişin sesini bastırırım. Ağaçların ve baykuşların arasında yürümektense çıplak ayak yollarda koşarım. Bunu tercih ederim. Oysa annem derdi ki: Bir köpeğin, bir kedinin ne yapacağı bellidir; en fazla ısırır ya da tırmalar. Sen korkacaksan insandan kork çünkü ne yapacağı hiç belli olmaz. Ben insanları dinlemeyi sevmem, ders almayı da. Tanrı’nın gönderdiği her bir işareti hiçe sayarım, yola çıkarım. Kıyamet alametleri bile gönderse, peygamberini bile indirse, temsil der geçerim. Yola çıkarım. Şu medeniyetin döşediği asfalta.
Rüyalarımda hep bir kaçma kovalamaca var. Hiç yakalanmıyorum, aslında kovalanmıyorum da. Bu sadece bir his. Peşimde birileri var hissi. Uygarlığın huzursuzluğu bu olsa gerek diyeceğim ama biliyorum ki bu benimle ilgili. Huzursuzluk benimle ilgili. Duramıyorum durduğum hiçbir yerde. Nereye aitsem orada olmamam gerekiyormuş gibi. Nereye doğru gitsem aksi istikamet beni çağırır. Yola çıkarım ben de. Çatallanan yollara. Yolların biri doğuya bakar biri batıya. Kim kovalıyor beni diye düşünmem, kovalanıyorum işte. Herkes benim peşimde. Ne istiyorlar diye düşünmem, ne istiyorum diye de. Sorgulamam, kaptırırım. Hayır diyemem, anında kaçarım. Bu yüzden peşimdeler, iletişim kuramadığımız için; halbuki bir durup soluklansam, sonra dönüp niye bu oyunu oynuyoruz diye sorsam rüya bitecek, hepimiz uyanacağız. Rüyalarımı anlattığımda “Çok kabus görüyorsun.” diyorlar. Ben de “Çok sıkıcı bir hayatım var.” diyorum. Bıktım ormanda yaşamaktan. Burada acayip bir çokluk var. Üstelik gölgeler de sıcak. Şu asfalt yola çıksak, orada seraplar olacak. Ben yaklaştıkça kaybolmalarını seviyorum onların. Ona doğru koştukça ileride bir yerde yeniden belirmesini. Hiç yakalanmayan bir hayal gibi, arzunun ta kendisi. Öyle diyor Lacan. Her şey bir sıçrama tahtası. Ancak asfalt esnek değil. Yaz aylarında mıcır döküyorlar yol kenarlarına belediyeler. Asfalt onları da yiyip yutuyor kış gelene kadar. Yaban domuzları iniyor yer yer. Ormanda bizimle birlikte yaşayanlar. Bir ceylan çok az görürsünüz, kuşların sadece sesi var. Ağaçların yaprakları birbirine değmez, taç utangaçlıkları var. Burada herkes birbirine sırtını dönüyor. Kimse kimseye dokunmuyor, yalnız kovalıyor. Yakalarsa ne yapacağını bilemez. Bu yüzden yola çıkıyorum, yapılış amacının gitmek olduğunu biliyorum.
Tam sınırdan geçerken aklıma bir şiir geldi, hiçbir dizesini hatırlamıyorum ama Çin ile ilgili. Şiirler zaten hatırlanmak için yazılmaz, onlar yalnızca bir his bırakırlar gerilerinde. Ben de bir his bırakıp terk ediyorum evimi. Soluk soluğa. Çekirgelere el dahi sallamadan sevgilim uyurken yatağında bırakıp karşıdaki binayı ateşe verip yola düşmeden evvel. Çatısına hiç çıkmayacağım, gölgeyi parlatanın ne olduğunu hep merak edeceğim ve bu konuda hep zihnime güveneceğim. Sevgili İsa, sevgili İsa; çarmıhtan düşürmüşler seni. Ben artık kimseyi kurtaramam kendimden başka. Bu yüzden alevler içinde bırakıyorum çömelmiş bedenini. Her ne kadar bilsem de benim gibi hikayeleri baştan bozmayı sevdiğini, biz birbirimize uymuyoruz; sen çok iyisin ve ben çok şeytani. Tanrına söyle, unutsun beni. O beni hatırladıkça, var oluyorum. Bunu hatırladıkça kahroluyorum. Benim için artık yola çıkma vakti. Biraz koşarım, sonra bulurum medeniyeti.
Ağaçlar kesiliyor, önümde kilometrelerce yol var. Neresi başı neresi sonu bilemem, ortadan girerim. Birkaç araba geçiyor önümden vız vız. Hiçbirine binmiyorum, kovalarlar beni diye. Hiçbiri durmuyor, görmüyorlar beni. Tabana kuvvet bir yolculuk, ayakkabılarımı çıkarıyorum. Yürüyorum, yürüyorum, yürüyorum. Hava karardı, karanlıkta her mekân aynı. Orman, şehir, kasaba, nerede olduğumun gerçekten bir önemi var mı? Nereye aitsem oradan gitmek isterim, nereye gidersem bıraktığım yeri özlerim. Yollar bitiyor ama yolculuklar değil. İşte gözümü alıyor farları, işte koca bir kütle. Kulakları sağır ediyor kornası, asfalta çığlık attırıyor tekerleri. Üzerimden tır geçti, hakikaten söylüyorum. Ağzım cehennem kokuyor, sızıyor dışarı olanlar, olanlar ve olanlar. Yolculuğum bitti, yollarda yalnız iz var.
Bu kadar geçici bir yaşam için ölüm fazla sürekli değil mi Tanrım?
Mehmet Arif Bakır
Görsel Kaynak: https://www.behance.net/gallery/24769057/Silhouettes/modules/163470593