Şu kafamın içindeki otoritenin diline düşmesiyle birlikte hassas kalbim sızlanmaya başladı yine. Kan pompalayacak gücü yitirmesiyle bir an için heyecanlandı. Kendisini sızlatan şeyin ölümün ağına düştüğü düşüncesiyle birbirine karıştı yine ritimleri. Ölüm düşüncesini bastırmak istercesine vuruşları bir bağırış bir haykırış gibi kulaklarıma çöreklendi.
Aslına bakarsan seninle hiç farklı değiliz. Ölümün sende yarattığı ürpertiyi hissedebiliyorum. Çünkü zamanın birinde bir yerlerde ölmeye kurulu yaşamak için yollanmadık mı dünyaya? Oysa sana göre ne soğuk bir son için sımsıcak hayallerle avutuyoruz kısıtlı hayatımızı öyle değil mi? Yarattığı an öldürmediğine göre Yaradan veyahut yarattığı bu elli kollu cisimlerle oynamak, eğlenmekten çok daha önemli işleri olduğunu düşündüğüme göre başlangıç ve son arası oldukça önemli olmalı. Başlangıçta hepimiz eşitiz aslında. Marifet yaşamla ölümü anlamlandırmakta ve ancak uzun veya kısa bir yaşam, bir hayat ölümü derin bir manaya yahut böcekçikler için leziz bir yemeğe dönüştürebilir.
Koskoca bir hayat mı bahşedilmiş yoksa yaşamakla hiç yoktan dertsiz başına dert mi açılmış, onu sen bil. Ölümünün adını sen koyacaksın neticede. Ama bana kalırsa kocaman bir sürprizin içindeyiz. Kurulu bir düzen ve içinde belki sana sorulmamış ama bahşedilmiş bir mucize; hayat. Taptaze bir bedenle, temiz bakan gözlerle kocaman bir varoluş. Şimdi doğduğun zamanki zeytin gözünden al yanağından, kar bedeninden filan filan bahsederdim. Fakat annenden çokça duymuşsundur sanırım, tıpkı benim gibi. Üstelik kum saatinin sürekli aktığı bir hayat yarışında sürekli sona giderken durmadan başlangıçta tepinmenin de manası yok, öyle değil mi? Tamam! Doğduk bitti, sadede gelelim.
Sen de bana soracak olursan eğer; ölümü birden fazla noktalara benzetmişimdir hep. Her şeyin bir devamı var neticede. Hissediyorum, bir yerlerde rahimden sonrası gibi mucizeler bekliyor bizi. Bu yüzden kötüye benzetmem ben ölümü. Bitenin ardındaki mucizelere sığınır hep yüreğim. Bilmiyorum, belki de öldükçe canlanan çizgi film karakterleriyle oluştu bu hayalciliğim. Ama sen de hayal et. “Yok olmak için yaşamak”, düşüncesinden daha güç veriyor insana. Bir ağacın gövdesine akmak topraktan, çiçek olmak veya hayat bulduğunu bileceğin daha farklı bir şey, bu daha amaçkar kılıyor işte insanı.
Oysa hala sersem sersem bakıyorsun bana değil mi? Ölümün hep soğuk yüzüne baktın belki de şimdiye dek kim bilir. Hep bu kelimeden yana yakarışlar, çığlıklar kaldı belki de sana. Ayrılıkların gamlı yüzüne baka baka önce derinleştin, sonra boğuldun belki de. Halbuki ölümün senden aldıklarını kendi derinliklerine sokabilseydin, basamak olurlardı sana boyunca. Nefesine nefes olurlardı. Her bir çiçeği sevdiğini kokladığın gibi koklasaydın, ölüm umut olurdu sana, kaybettikçe çoğalırdın. Ama dur bak tahmin edeyim, muhtemelen sen çok ağladın gidenlerin ardından, senden yana bana hiçbir şey kalmasın der gibi onun için son damlaları da akıtarak. Ölüm nasıl da müptela etmiş seni soğuk yüzüne. Tek kusuru da bu işte. Soğuk yüzünün ardındaki sıcaklığa ulaşırsan, aldıklarına rağmen mutlu bir hayat bahşeder sana ölüm. Fakat soğuk, acımasız yüzüne müptela olursan canını parça parça her gün alır senden. Yoksa sen de mi taksite böldürdün bir sıkımlık hayatını?
Bir anda gel sonlarımıza aşık olalım demiyorum sana. Ama Cemal Süreya oku mesela. O ruh cambazı şairin ölümün önündeki dik duruşunu gör. ”Her ölüm erken ölümdür/Biliyorum tanrım/ Ama ayrıca aldığın şu hayat fena değildir…/Üstü Kalsın”. Sanıyorum ki sana sadece bu ruh lazım.
Evet, evet biliyorum üzerine fazla geldim. Hadi silkelen. Bu kadar mucizevi yaratıklar yok oluş için varolmuş olamaz dimi? Korkma şu eli kanlı, kalbi gamlı ölümden. Sen yaşa, yaşa ki ölümünün bir adı olsun. Gidenlerden ağlayarak arınmaya çalışma, kat onları da kendine. Çünkü belki bir gün topraktan yeniden fışkırır ve bambaşka bir şekilde cumhuriyetini ilan edersin sevdiklerinle, kim bilir belki bir çiçek bahçesinde… Isınmaya başladın sanki hissediyorum. İlk dördünü terk edecek gibisin, dolunay daha davetkar geldi. Rahimdeymiş gibi şaşkın şaşkın bakınma etrafına. Nerede olduğunun da nereye gittiğinin de farkındasın. Sil kafandan kocaman çam ağaçlarını, beyaz taşları, üstü yeşil örtülü tabutları. Bırak bu sembolize olmuş araçları. Madem ki her saniye bizi sonun başlangıcına götüren kum taneleriyle akmaktayız, topraktan yeniden fışkırdığında adın güzel anılıyor olsun. Ölümün sebebini boşver bir adı olsun.
Yıllar önce Yahya Kemal Beyatlı ışık tutmuş toprağın altına: “Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden, birçok seneler geçti, dönen yok seferinden.”
Umarım ben de gittiğimde benden önce orada neler oldu biri anlatır ve beni meraktan çatlatmazlar…
YAZAR: Selin ZEYBEK