
20 yaşında bir bulimikim. Dışarıdan baktığınızda fiziğimde, hayatımda, duygu durumumda bir anormallik göremezsiniz. Ama adını son zamanlarda sıkça duyduğumuz bu hastalıkla başım belada. Böyle hastalıklara tanı koyarken kısa bir süreye bağlı kalarak karar vermek doğru değildir. Ama bu durum bende son 8 aydır görülüyor.
Bulimiayı hemen hepimiz biliyoruz. Manken hastalığı, zayıf kalma takıntısı, dış görünüşle barışık olmama gibi basit tanımlar yapıp işin içinden sıyrılmak mümkün. Ama bence bu durum basit bir kilo takıntısı değil. İçinde çok büyük psikolojik hezeyanlar barındıran bir hastalık bulimia. Öyle uzaktan bakıp ‘delice yiyip sonra kusuyorlar işte’ diyip geçmeyin. Biz aslında yediğimiz onca şeyi kusarken belki senelerce içimizde tuttuğumuz, kimselere anlatamadığımız şeylerin de üstüne sifonu çekip rahatlıyoruz.
Öncelikle çocukluğumdan bahsetmek istiyorum. Sanırım bulimik kişilerin birçoğu küçüklüğünde biraz şişman kişiler. Ben de öyleydim. İlkokul sıralarımdan lise bire kadar gerçekten şişman bir görüntüm vardı. Yaşım daha ufakken yani dördüncü sınıfa kadar falan dış görünüşün bu kadar önemli bir şey olduğunu anlayamamış olacağım ki o zamanlara dair çok kötü hislerim yok. Yalnızca en yakın arkadaşlarımın gerçekten zayıf olması benim onlardan daha farklı göründüğümü bana fark ettiriyordu. Ama kendimi bu yüzden çok da kötü hissetmiyordum. Çünkü dış görünüşüm o kadar da önemli değildi. Ta ki ben ve sınıf arkadaşlarım yavaş yavaş ergenlik dönemine girinceye kadar. Ergenlikte en önemli şeylerden biri nasıl göründüğünüzdür. Gerçekten sahne ışıklarının altında pırıl pırıl parlayan, istenen arkadaş mısın yoksa kimsenin fark etmediği silik oğlan/kız mı? İşte ben de bu dönemde ne öyle parıldayan kişi oldum ne de çok silik bir kişi. (Aslında bence hiç kimse o kadar uç noktalarda olamaz) Ama ne var ki fazla kilolarım yüzünden hep alayların odak noktasıydım. Hemen bir örnek vereyim. Bir gün iki arkadaşım ve ben yolda yürüyorduk. 12 yaşında falandım muhtemelen. O zamanlarda da kıpır kıpırmışım demek ki yokuşun başından aşağı doğru koşturmaya başladım ikisini de. ‘Hadi uçalım!’ diye bağırıyordum gerçekten mutluydum ta ki yanımdaki arkadaşımın biri ‘Filler uçamaz ki’ diyinceye kadar. O benzetmeyi benim için yapmıştı. O an çok belli edemesem de o kadar üzülmüştüm ki. Hiçbir şey diyememişimdir muhtemelen. Çünkü haklıydı filler uçamazdı ve ben de o tanıma harfiyen uyuyordum. Bir başka örnekteyse o mükemmel fizikli yakın arkadaşımın evindeydim. Neden bilmiyorum giymek için etek istemiştim. O da bana ablasının eteğini vermişti. Ne de olsa o çok zayıf bense şişmandım yaşımdan daha büyük insanların kıyafetleri olabilirdi bana. Ablası bizden dört beş yaş büyüktü ama o da tıpkı kardeşi gibi zayıftı. Eteği giyerken biraz zorlanmıştım. İçine girmeyi başarmıştım ama hareket ederken, otururken dikişleri açılmış. Bunu çıkardığımda fark ettim. Dikişlerin açıldığını ablası gördüğünde eteği benim giydiğimi bildiği halde kardeşlerine bağırdı ‘Hangi ayı yaptı bunu ya’ diye. O kadar utanmıştım ki. Çünkü o benim en yakın arkadaşımdı. Ona rezil olmak daha üzücüydü. Yine hiçbir şey diyemedim. Ablası da dikişleri dikti. Ama benim içimde açılan dikişleri ben 7 senedir birleştiremedim.
Ailemde de bu tür küçük düşürücü şeylere maruz kaldım. Babam ara ara uyarırdı az yemem için. Ben de bir gün bilgisayarın masaüstünü paintten çizdiğim bir resim yaparak ilk kez bu gurur kırıcı laflara baş kaldırmıştım sanırım. Çizdiğim resimde şişman bir kız ve babası vardı. Kızın önünde bir sürü yemek duruyor babasıysa onları yemesine izin vermiyordu. O resmi ağlayarak çizmiştim muhtemelen. Benimle dalga geçenler hep yabancılardı eve koşup kendimi güvende hissedebiliyordum o zamana kadar. Ama artık ev de bir sığınak olmaktan çıkmış, her an savunmada kalmam gereken bir yer haline gelmişti. Babam da beni uyarmıştı demek ki gerçekten de şişmandım. O yaşlarda bir kız çocuğunun babasından öyle sözleri işitmesi gerçekten üzücü şeylerdi. Babam uyarmıştı evet, beni üzmüştü. Ama annem daha da ileri gidip beni akrabalarımızın yanında, sofrada rencide etmeyi başarmıştı. ‘Bak ablana o senden kaç yaş büyük, çocuğu var ama senden zayıf. Özlem ablan gibi olabilsen’ diyip tüm evi başıma yıkmıştı. Yine güçlü kalabilmiştim. Ağlamamıştım, bağırmamıştım. Birkaç lokma daha alıp kalkmıştım sadece. Kimsenin yüzüne bakmamıştım. Sivilcelerim yetmiyor gibi bir de kilolarım vardı. Ama yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
Daha sonra internetten diyet programları araştırmaya başladım. Diyetler uyguluyordum, kiloları kapatacak giyinme hilelerini arıyordum. Annemle akşamları yürüyüşe çıkıyordum. Yürüyüşte tanıdıklarla karşılaştığımızda nasılsından önce ‘ne kadar kilo almışsın’ demeleri beni daha da içime kapatıyordu. O kadar yaptığım diyetler işe yaramıyor muydu? Kilo almışsın da ne demek! Tahmin edersiniz ki yaptıklarım iki üç günlük şok diyetlerdi. Ve aslında yarardan çok zararı olan şeylerdi. Zamanla kilolarımı kabullendim. Yalnızca onları gizlemeye çalıştım. Onlardan kurtulmakla ilgilenmedim. Kimse beni görmesin diye okul haricinde evden çıkmadım. Tatillerde günlerce eve kapandım. Derken ortaokul bitti. Liseye yerleştim. Lise demek yeni arkadaşlar, yeni bir ortam ve tabi ki yeni mücadeleler, yeni alayların odak noktası olmak demekti. Ama bu sefer kendimi çiğnetmeyecektim. Yalnızca derslerle ilgilenecek, kimselerle konuşmayacaktım. Sonuçta kimseyle konuşmazsanız sizinle dalga geçecek kişiler de olmazdı. Dediğim gibi de yaptım birkaç kişi haricinde kimseyle muhatap olmadım. Her şey yolundaydı. Burada kimse benim kilolarımla ilgilenmiyordu. Ama bu sefer başımda daha büyük bir bela vardı. Aşk… Görüştüğüm iki üç kişiden birine âşık olmuştum. O gerçekten sevilen biriydi, herkesle arası iyiydi, karizmatikti, yakışıklıydı… Âşıktım ya hani tüm iyi özellikler ondaydı. En yakın arkadaşlarımdan biri olduğu için ortak anlarımız çok fazlaydı. Okul dışında birlikte bir şeyler yapardık, okulda en çok benimle takılırdı. Hatta bir keresinde bir kız bana onunla sevgili olup olmadığımızı sorduğunda mutluluktan uçacaktım. O ve ben. Demek insanlar böyle sanıyordu. O da benimle gerçekten ilgileniyordu. Belki de… Hayır hayır olaylar hiç de tahmin ettiğiniz gibi gelişmedi. Daha sonradan anladım ki o aslında bir tek benimle ilgilenmiyor. Birçok kıza pas veriyormuş. O zamanlar kısa bir süreliğine deli gibi mutlu olmuştum ama sahte bir mutlulukmuş. O kızın sorduğu o soruyla yerine gelen özgüvenim beni aşkımı ilan etmeye kadar götürdü sanırım. Yaz tatilinde âşık olduğum o çocuğa aşkımı söyledim. Ve ne oldu dersiniz. Yapabileceği hiçbir şey olmadığını söyledi. Sanki ona yapabileceği bir şey var mı diye sorduk. Yapabileceği hiçbir şey olmadığını söylemekle kalmadı. Canımı daha da acıttı ve başka bir kızı sevdiğini söyledi. Ve tabii başka kızın kim olduğunu da. Kız sınıfımızdaydı. Çok güzel, çok iyi gerçekten sevdiğim bir kızdı. Ne o kıza kızabilirdim ne de sevdiğim çocuğa. Hiç kimseye sizi sevmedi diye kızamazsınız sonuçta. Daha sonra aklıma o kızla ilgili ufak bir detay geldi. Bir keresinde derste hocamız iri, güzel yüzlü, aşırı özgüvenli bir kıza manken olabilmesi için kilo vermesi gerektiğini, o biricik sevgilimin sevdiği kızınsa manken olabileceğini ama birazcık kendine güvenmesi gerektiğini söylemişti. Konu manken olma konusuna nerden gelmiş bilmiyorum ama bu önemli bir detaydı. Demek ki O güzel bir kız olduğu için sevilmişti. Bense sınıfta aynı ismi paylaştığım bir kızla karıştırılmamak için hocalarımın kibar bir dille ‘hafif toplu olanı’ diye nitelendirdiği bir kızdım. Ama artık bu durumun böyle olmaması gerekiyordu. Eğer beni sevmesini istiyorsam benimde güzelleşmem gerekiyordu. Yapabileceği hiçbir şey olmadığını söylediği o yaz benim yapabileceğim ve yapmam gereken birçok şey vardı. İlk iş olarak spor kursuna yazılıp gerçekten ağır bir antrenmanla işe başlamıştım. Sonuçta o manken olabilirdi ama ben toplu bir kızdım. Önce kilolarımdan kurtulmalıydım. Kursa ramazanda oruç tutarken bile gidiyordum. Başım dönüyordu, eve dönerken gözlerim kararıyordu. Ama her şey O’nun içindi. Beni sevmesi için her şeye katlanırdım. Hem herkes demiyor muydu bu zamana kadar şişman olduğumu. Kilo vermeliydim. Verdim de. Nihayet lise birinci sınıfı 65 kilo bitiren ben lise ikinci sınıfa başlarken 53 kiloya düşmüştüm. Evet, o yaz tamı tamına 12 kilo vermiştim. O kadar gururluydum ki. Akrabalarımızın bana üzülerek bakması, biraz yemek ye demesi o kadar hoşuma gidiyordu ki anlatamam. Zayıflamıştım işte artık sevebilirdi beni. Ama yine sevmedi. Sadece arkadaş olarak devam ettik. Onun için 12 kilo vermiş olmama rağmen beni sevmemesi gururumu incitmişti. Herkes nasıl zayıfladığımı soruyordu, ne yaptığımı, nasıl beslendiğimi… Ama o fark etmiyordu. Bir kez bile bana ‘Ne kadar zayıflamışsın, güzel olmuşsun’ dememişti. Güzel olmamıştım demek ki. Beni fark etmesi için upuzun saçlarımı ensemde kestirdim. Makyaj yaptım. Güzel giyindim. Ama bir türlü olmadı. O hariç bir sürü erkekten teklif alıyordum. Ama o hala beni sevmiyordu. Diğerlerinin bir önemi yoktu. Kendimi beğendirme çabasıyla verdiğim kilolar hiçbir işe yaramamıştı. Büyük bir hayal kırıklığıyla kalakalmıştım. Öyle böyle derken liseyi de, çok sevdiğim çocuğu da geride bıraktım. Verdiğim o 12 kiloyu da geri aldım. Ama yine de göstermiyorum. 53 kiloykenki kıyafetlerime hala sığabiliyorum. Sporla vermiş olmama bağlıyorum bunu. Gerçekten sıkılaşmıştım çünkü.
Ama bugün sıkılaşmak, zayıf görünmek o zamanlardaki gibi önemli değil. Dikkat edin hiç önemli değil demiyorum. O günlerdeki kadar önemli değil diyorum. Zira bugün yediğim bir meyvenin kalorisi bile kafamı kurcalıyorsa zayıf olmaya hiç önemli değil gözüyle bakamazsınız. Ama yine de yediklerimi kusmamdaki birinci öncelik zayıflık tutkusu değil. Sanki o yiyip sindirmeye hazır hale getirdiğim savunmasız yiyecekler lise hayatıma damgasını vurmuş o acımasız oğlan, evimizdeki o adının bir türlü konulmadığı çirkin huzursuzluk gibi geliyor. Beni yıllarca üzen, kıran, hayatımı zehir eden her şeyi, herkesi bir çırpıda yiyorum. Onları etkisiz hale getiriyorum. Ve bir çırpıda geri atıyorum. Bu ritüel sanki bir güç gösterisi gibi. Tüm düşmanlarıma onlardan daha güçlü olduğumu yalnızca bu sayede gösterebiliyorum. Sınav kaygımla, annemle aramdaki gerilimle, sıkıntılarımla bu yolla baş edebiliyorum. Öyle üç kişilik falan yemiyorum. Normalce, yavaşça yiyorum. Tıpkı kilolarımla her dalga geçildiğinde kalabildiğim sakinlikte kalabiliyorum. Ama sonra bir şey oluyor. Midemdeki her bir şey beni rahatsız ediyor. Yediğim şeyler sanki içimde kara bir ruh varmışçasına beni kötü hissettiriyor. Ve her ne kadar önceki sefer kusmayacağım diye kendime söz vermiş olsam da kendimi yine klozetin başında buluyorum. Kusarken ağlamak istiyorum. Ama ikisini aynı anda yapmak zor geliyor. Ağlayamıyorum. Her şeyi kusup çıkardıktan sonra ağzımı, yüzümü yıkayıp büyük bir huzurla çıkıyorum banyodan. Kustuktan sonraki o iç huzuru çok az şeyde bulabiliyorum. Zorlu bir işi başarıyla halletmişim gibi bir güven, mutluluk, gurur bu. Aynada kendime bakarken kendimi daha zayıf daha güzel hissediyorum. İçimdeki her şeyden kurtulmak çok iyi hissettiriyor. Ama sonra niye bilmiyorum kendimden utanıyorum. Bu utanca bazen benim o yiyip kustuğum, israf ettiğim besinlere ulaşamadığı için ölen insanlar da ekleniyor. Kendimden iğreniyorum.
Şu günlerde kendimi çok daha kötü hissediyorum. Kusmak bile işe yaramıyor iyi hissetmem için. Bu akşam ilk defa odada sıkıştığımı hissettim. Çok garip bir tabir oldu ama tam anlamıyla öyleydi. Sanki oda daralmıştı. Ve ben tavanla yer arasında sıkışıyordum. Artık iyi hissetmek için kusamayacağım ve muhtemelen bundan sonraki aşama yemek yemeyi kesmem olacak. Kusup huzurla dolmayacaksam niye yiyorum ki? En kısa zamanda spora başlayacağım. Kusmanın yerini alır belki. Vücudumda taşıdıklarımdan da, omuzlarımdaki görünmeyen yüklerimden de bu sayede kurtulabilirim belki. Umarım daha iyi hissedebilirim…
—–1 gün arayla yazıma devam ediyorum—-
Ama sanırım işler benim için uzunca bir süre kötüye gitmeye devam edecek. Daha iyi hissedebileceğimi sanmıyorum artık. Aramın hiçbir zaman mükemmel olmadığı annemle aram artık hiçbir zaman düzelmeyecek kadar berbat bir durumda. Ve bu sefer suç tamamıyla benim. Yaptığım basit ama iğrenç bir hata aramıza kesin bir çizgi çekti. O’na hiçbir zaman iyi bir çocuk olamamanın sıkıntısını senelerce yaşadım zaten. Bu zamana kadar bazen o haklıydı bazen ben. Kendimi bir şekilde affedebiliyordum. Birbirimizi bir şekilde affedip yolumuza devam edebiliyorduk. Ama artık beni asla affetmeyecek. Bendeyse özür dilemeye bile yüz yok. Ben O’nun için kocaman bir hayal kırıklığından başka bir şey değilim. Bugün saatlerce annemin mutfağını temizledim. Her bir lekeyi ağlaya ağlaya çıkardım çünkü kendimi O’nun hayatından çıkarılması gereken bir leke olarak görüyorum. Beni artık sevmeyeceğini bilmekse boğazımda kocaman bir düğüme yol açıyor. Hiçbir şeyi hak etmediğimi düşünüyorum. Yemeği bile… Hiçbir şey yemiyorum bu yüzden. Az önce birkaç yaprak haşlanmış lahana yedim. Ama yalnızca beş dakika dayanabildim onları midemde tutmaya. Midenizde o kadar az şey varken kusmak çok zordur ama her bulimik kendine has kusma teknikleri geliştirmiştir. E bizde de var birkaç numara. Onları uygulayarak çok çabuk kusabildim. Bakalım ne zamana kadar yemeden dayanabileceğim. Kendimi gerçekten korkunç hissediyorum. Bu zamana kadar yemek yemek bir güç gösterisiyken bugün yemeyerek kendimi cezalandırıyorum. Bir lokma bile yememeliyim. Hak etmiyorum…
YAZAR: Anonim