
(Bu yazının okunma süresi yaklaşık olarak 3 dakika sürmektedir.)
Yaz akşamları sıcaktan bunalmış otururken esen ılık, rahatlatan rüzgâr gibi hissettiriyordu bazen hayat ama bu esinti sadece anlık gelip gidiyor, uzun sürmüyordu. Sıcaklık tekrar tenime işliyor, sanki nefes almamı engelliyordu.
Kendi sınırlarını bulmaya ve o sınırları aşmaya çalışan biri nedenlerle neden bu kadar uğraşmak zorundaydı?
Hayatının amacını bile bilmezken yapabildiği tek şey, olanlar karşısında günü kurtarmaya çalışmaktı. Günler haftalara, haftalar aylara, aylar yıllara eklenirken geriye dönüp bakmak yalnızca acı veriyordu çünkü her şeye rağmen elinde hiçbir şey yokmuş ve sanki beklentilerin oluşturduğu koca bir enkaz yığıntısının altında kalmış, ne kadar çabalasa da kimse ona kulak asmıyormuş gibi hissettiriyordu.
Bazen çabalamaktan vazgeçiyor, üstünde bulunan tonlarca ağırlığı kabullenmeye çalışıyordu ama omuzları artık bu yükü kaldıramayacak kadar çökmüştü. Bir yerde pes etse de devam etmek onun için artık bir seçenek değil zorunluluktan ibaretti. Durmak onun için kabul edilemezdi. Ufak bir taş parçası olsa bile yükü azaltabilmek için her şeyi göze alabilmeliydi.
Artık amacı nedenlerle boğuşmak değil onlarla yaşamaya çalışmaktı bir nebze de olsa. Bazen durup kendi kabuğuna çekilmek istese de zaman durmuyor, sanki onu daha da dibe çekmeye çalışırcasına işlemeye devam ediyordu. Düştüğü ikilemler tamamlanan yapbozdan arta kalan, hiçbir yere uymayan bir parçaymış gibi hissettiriyordu ama sanki onun inadına durmak bilmeden akan bu acımasızlık, kaybetmek istemediğimiz birini hastane koridorunda bir umutla ondan gelebilecek en ufak iyi haberi bekleyip, ona kavuşma özlemi içinde yanıp tutuşmuş halde olduğumuzda bir mum misali ağır ağır tükeniyorken, ilk defa huzur bulup kendini kendin gibi hissedebildiğin biriyle o anın sonsuza dek sürmesini dilediğin zaman, adeta bir tren yolculuğunda pencereden gördüğümüz manzaranın akıp giden yolla bir anda değişmesi gibi o anın yitip gitmesine sebep olan bir ızdıraba dönüşüyordu.
Buna rağmen bazen küçük molalar verip nefes almaya çalışarak hepimiz bir şekilde ilerliyorduk. Bazılarımız birbirimizden habersiz olsak da herkes kendi ışığıyla bir şekilde karanlık sokaklarını aydınlatmaya çalışıyordu. Pes etmek gibi bir seçeneğimiz yoktu, olmamalıydı.
Yolumuzda bir sürü balçık çukurlar olsa da üstümüzde tonlarca ağırlığa sahip olsak da bir yaprak misali akışına karışamadığımız zamanla bilmediğimiz yerlere savruluyor olsak da yürüdüğümüz yolda takıldığımız çukurlara çiçekler ekerek kapatmak, üstümüzdeki sorumluluk ve zorunluluklardan oluşan enkazı yardım almaktan çekinmeyerek aşabilmek, bir yaprak gibi sürüklenirken bile o an üstümüzdeki güneşin sıcaklığını hissedebilmek her zaman bizim elimizdeydi.
Geçmiş, bize hep zarar veren anılarla ardımızda duruyor; gelecek bizi müphemlik içerisinde bırakıyor olsa da şu anı hissedebilmek kendi irademizdeydi. Yaşadığımız anı ruhumuzun harmonisiyle birleştirmek çok da zor değildi. Bu diğer kalabalıkların aksine herkesin kendisiyle yapabileceği kadar kolay bir şeydi.
Elif Özcan