Zehir

(Bu yazının okunması yaklaşık 2 dakika sürmektedir.)

 Saatin sinir bozucu tik taklarını her işittiğinde başına vuran ağrı da katlanarak artıyordu. Oda o kadar sessizdi ki bu ritmik seslerden kaçış yolu yoktu. Bir ara kulaklarını kapatıp sadece nefes alış verişine odaklandı. Soluğu bile altı saattir dinlediği sese uyum sağlamıştı. Ritmi bozmaya çalıştı, yapamadı. Odadaki her eşyanın simetrik ve düzenli olması gözlerini yoruyor, onlara baktığı sürece hiçbir şey düşünemiyordu. Zihni tıpkı yerdeki beyaz halı kadar dümdüz ve soluktu. Ayaklarını halının üstünde oynatarak küçük bir direniş başlattı. Devamında ise ciğerlerini yırtarmışçasına derin nefes aldı. Nefesinin sesi tüm bu düzeni ve ritmik ilerleyişi bir kurşun gibi deldi geçti.

  Simetri ve düzen sevdası küçüklükten geliyordu. Eğer onu ileride bu kadar düz bir insana çevireceğini bilseydi sevdasına daha o zamandan set çekerdi. Odasının duvarlarına poster asamayan ergen kız büyümüştü ve artık kendi evine tablo asamayan bir kadına dönüşmüştü.

  Değişimi, dönüşümü severdi. Hatta mesleğini bile toplumu ve insanları “daha iyiye değiştirme” adına seçmişti. Bu değişim tutkusu sadece kendinde işe yaramamıştı. Tıpkı saatin tik takları gibi hep ritme uymuş ve bir şeyleri değiştirmek isterken yerinde saymıştı. Kitaplığı on beş yıl önceki gibiydi. Kitap sayısı artmıştı fakat boy sırasına göre dizilişleri aynıydı. Ütülediği kıyafetlerini renk sırasına uygun asarken tıpkı yıllar öncesine benzer zevk ve mutluluk duyuyordu. Yatağının bozuk örtüsünü dümdüz sermek için uğraşırken de hayatındaki her şeyin iyiye gittiğini, düzeldiğini varsayıyordu.

  Yaptığı tüm bu aktiviteler değişim dürtüsünü bastırmaktan öte gidemiyor, hayatının farklı alanlarına sıçrayacağını ön göremeyerek yumruklarıyla kutusuna sıkıştırıyordu. Bastırdığı dürtü, kutunun boyutlarına dayanamayarak bir zehir gibi akmaya başladı. 

  Zehir, geçtiği yerleri inanca sürükleyerek hedefine doğru ilerliyordu. Kendisini takip edeni de o hedefe sürükledi ve orada buluştular. Artık değişim güdüsü, okunu insanlara döndürmüştü. Kafasını boş duvara çevirip yaşamının hangi evresine denk geldiğini düşünmeye başladı. Zehri ve oku gördüğünde kaç yaşında olduğunu hatırlayamadı. Oysaki o yaşından itibaren insanları değiştirebileceğine dair bir sanrıya kapılmıştı. Herkes iyi, pozitif ve düz olabilirdi. Ona göre mükemmelliğin tanımı bu üç koşuldan geçiyordu. Bu sayede üzgün insanlar kalmayacak, mutsuzluk yaşanmayacaktı. Ne kadar basit bir denklem kurmuştu kafasında. Unuttuğu şeyleri çok daha sonra fark ettiğinde işittiği her saat sesi, gördüğü her simetrik eşya vücuduna ağrılar batırıyordu.

  Unuttukları gün yüzüne çıktıkça ikiye bölünüyordu. Yargıç da kendisiydi suçlu da. İnsan basit bir denklemden öte karmaşık ve sırrı çözülemeyen bir yapıydı. Bu yapı eşya değildi. Düzeltemez, kalıba sokamaz veya hizaya getiremezdi. Temeli çürük binası sallanırken zelzeleden kurtulmak için zehrini ve okunu kendine çevirmeliydi.  Gerçekten hayatında değişim isteyenlere yardımcı olabilirdi. Şu anda da buna en çok ihtiyaç duyan kendisiydi. Gözlerini tekrar boş duvarlara yöneltti, sağ duvara renkli bir tablo yakışırdı.

Yazar: Beyza Nur Fındıkcı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.