İnsanların kalbinde tasmayla doğdukları bir zaman diliminde geldim dünyaya. Bilim insanları bile bilmiyor bu mutasyonun nasıl veya ne zaman ortaya çıktığını. İstisnasız herkeste bulunan bu tasmanın insanın kalbini her geçen gün sıktığı biliniyor sadece, bir de renklerinin farklı olduğu. Benimki mavi mesela, sonsuz hüznün tonlarında bir mavi.
Nefes almayı güçleştiriyor bazen, evden dışarı çıkmanıza engel olacak kadar büyük bir depresif ruh haline sürüklüyor insanı. Çıkartmak imkânsız, sanki bizi “insan” yapan en temel şeymiş gibi. En belirgin özelliği ise elektrik akımı verebiliyor.
Geçenlerde bir makale okuduğumdan beri çok ilgiliyim bu konuya. Ünlü sayılabilecek bir edebiyatçı, bu tasmanın “psikolojik baskı” yüzünden oluştuğunu iddia ediyormuş. Hatta insanlarla röportaj yapıp tasma kalbe elektrik vermeden önce neler yaşadıklarını sormuş, verilen cevaplarsa çok ilginç.
12 yaşındaki bir kız “Annem bana insanları yorduğumu söylemişti.” demiş. 19 yaşındaki bir erkek “Üniversitede Güzel Sanatlar okumak istediğimi öğretmenlerime ve aileme söyledikten sonra olmuştu.” diye yanıtlamış. Atanamadığını akrabalarına söyleyince süregelen muhabbette tasmanın kalbine aşırı dozda elektrik vermesi sonucu hastaneye kaldırılan bir öğretmen de vardı bu röportajda, emekli olduğu için evine nasıl para götüreceğini bilemeyen bir amca da.
“Neden?” diye sordum ben de kendime. Neden en değer verdiğimiz insanların adı altında yaşamak zorundayız? Neden dışarıda gezerken kendi ismimizi değil de ailemizin ismini taşımak zorundayız? Neden sanki yarın öldüğümüzde “el âlem” de bizimle mezara girecekmiş gibi onların söyledikleriyle nefes almak zorundayız?
Etrafıma baktığımda herkesin kendi hayatı ve kendi sorunları olduğunu görebiliyorum, o çok sevdiğim uzaktaki arkadaşımın da ara sıra tartışmamıza rağmen asla kopamadığım kardeşimin de. Ancak engel olunamaz bir şekilde, kendi sorunlarımıza yoğunlaşacağımız zamanı insanları eleştirerek harcıyoruz. Bize bir şey katmayan bu durumun farkında bile değiliz.
“Babanın kızı gibi davran.”
“Sen bizim soyadımızı taşıyorsun.”
“Benim oğlum esnaf oldu dedirtmem.”
“Sevgilini erkeklerle gördüm mü desinler?”
Farkında olmadan en sevdiklerimizin canını yakıyoruz, belki de kendi tasmamızın acısını onlardan çıkartıyoruz. “İnsana en çok sevdiği dokunur.” demişti değer verdiğim bir dostum. Kalbimizdeki tasmaya sevdiklerimizden başkası erişemez aslında, işin özeti bu.
Ailemizi istediğimiz bir şeyi alamadığında suçlamamalıyız, çocuklarımızı toplumsal normlara göre kesip biçerek şekillendirmemeliyiz, arkadaşlarımızı ideal dostluk kavramına göre yargılamamalıyız, sevgilimizi değiştirmeye çalışmamalıyız.
Psikolojik baskıyı somutlaştıran biziz, bu çok bariz. Tüm bunları düşündükçe tasmaya dair neden ve nasıl sorularını yanıtlayabiliyorum. Anlamlandıramadığım tek şey ise renklerin neden farklı olduğu.
Kalbindeki tasmayı göremeyen ama hayatının her yerinde sorumluluk adı altında hisseden sevgili okur, senin tasman hangi renk?
Yazar: Özgür Özben