Son Dem Son Hayaller

''Yine de elimden geleni yaptığımın bilincinde olmanın rahatlığı var üstümde, evet ben elimden geleni yaptım ve hiçbir pişmanlığım yok. Yıllardır en çok sesimi duyurabilmek istedim ya işte, sadece o kaldı içimde. ''

(Bu yazının okunması yaklaşık 3 dakika sürmektedir.)

Gökyüzü gri, gün soğuk, sokak sessiz. Yerden göğe uzanan bir durağanlık hakim şehrin sokaklarında, en çok da bu sokakta. İnsanın içini gitgide siyahın tonlarıyla süsleyen bir atmosfer, çok hüzünlü, fazla derin. Kokusu bile yok bu sokakların, yemek veya çöp kokmaz. Uçsuz gökyüzündeki bucaksız sakinlikten midir nedir, soğuk kokar buralar. Genzi yakacak kadar derin, ıslak toprak kokar bir de her yağmurdan sonra.

Gökyüzünün yeryüzüne aşık olduğunu zannederdim bir zamanlar. “Hiç kargayla kelebeğin aşkı olur mu? Kargaya 150 yıl hüzün bu.” Böyle imkansızdı maviyle siyahın aşkı. Bu yüzden griye boyamış kendini gökyüzü derdim. Bunun da gerçek olmadığını anlayınca bıraktım hayal kurmayı, çok da bozmuştum ağzımı bir zamanlar. Dilime sinen küfür rayihasının sebebi bahtım, nereden de düştüm bu bir günün 365 saat olduğu şehre? Küfredecek mecalim bile kalmadı ya artık, yorgun hissediyorum. Yorulmuş bir kalbin atması kadar manidardı hayal kurmak bu sokakta. Ağırlaştı iyice ruhuma kök salan bu sonbahar, sonum yakın galiba.

Her zamanki yerimden hayalet şehri izleyip hayaller kuruyordum yine. Hayalet şehrin renksiz sokakları, siyah sokakların ruhsuz insanları… Tanrı tarafından cezalandırılıp bu şehre hapsedilen ruhlar dolaşıyordu sanki sokaklarda. O yüzden eğer duyu organlarınızı kalbinizle birleştirirseniz fark edersiniz, esaret kokar yapıtların duvarları. Büyük bir cesaret gerektiriyor değil mi sizin için? Derin bir nefes almak ve bırakmaktan korkmamak.

Heyelana uğramış gibi her üç taşın biri kırık olan sıradan bir kaldırım. Kaldırımın üstünde bir kız, karşısında gerçekten ilgisini çeken bir şey varmış gibi dikmiş gözlerini yola. Oturmuş kaldırımın üzerine, bıkkın bıkkın seyrediyor boş yolu lakin bir an bile ayırmıyor gözlerini oradan. Gözlerindeki ışığın yavaş yavaş sönüp yok olduğunu görüyorum. Ne o hanımefendi, yoksa siz de mi ayak uyduruyorsunuz bu şehrin durağanlığına? Siz de mi kaybediyorsunuz kendinizi, kendi içinizde? Bu halde bir ölüden farkınız kalmayacak, rica ederim toparlanın.

Haykırabilsem tüm bunları keşke ona, fark etse keşke onu izlediğimi, onun için endişelendiğimi. Ancak biliyorum ki manasız bu isteğim, sandıktaki o kıymetli beyaz çeyizlerin renklerini yitirdiği gibi yitiriyorum benliğimi. Elimden bir şey gelmesini dilerdim.

Ömrümün son demlerindeyim, sahibim beni sulamayı unutuyor. Soluyorum günden güne. Benimki de laf canım, bu sokakta kalıp da yaşamak mümkün mü? Yine de elimden geleni yaptığımın bilincinde olmanın rahatlığı var üstümde, evet ben elimden geleni yaptım ve hiçbir pişmanlığım yok. Yıllardır en çok sesimi duyurabilmek istedim ya işte, sadece o kaldı içimde. Yeşilden siyaha dönen yapraklarıma baktım sakince. Umarım dedim, sesimin duyulmasını son kez umarak. Umarım öldükten sonra kaybedeceğim tek şey renklerim olur, fazlasına tahammülüm yok.

Yazar: Özgür Özben

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.