(Bu yazının okunması yaklaşık 2 dakika sürmektedir.)
Kendinin kahramanı olmak diye bir şey var bana göre. Kimsenin vermediği ilgiyi kendine veriyorsun. Kimsenin gösteremeyeceği sevgiyi sen kendine veriyorsun. Senin için kimsenin almayacağı sorumluluğu kendin için bir şeyler yapma bilinciyle sen alıyorsun. Üzgün müsün mesela, bunun çaresini sen arıyorsun bir şekilde. Çünkü bir yerde biliyorsun ki birlikte olmanın sınırları var. İnsanlar bir müddet sonra senin mutsuzluğuna çare aramayı bırakacaklar, tıpkı senin de onlar için yapacağın gibi. İnsan olmanın bir özelliği bu adeta. Belli bir yerden sonra en yakının da en uzağının da ancak sen olabileceğiyle yüzleşiyorsun. Eğer sen kendinden kaçamıyorsan ya o deveyi gütmeye bakıyorsun ya da o diyardan gitmeye… Diyardan gitmemek için kendine geliyorsun öncelikle bu yüzden.
Türkçede en sevdiğim kalıplardan birisi: “Kendine gel”. Oysa zaten mümkün değilken insanın kendinden gitmesi, bir gitme eylemi gerçekleşiyor içinde. Bir yabancılaşma, uzaklaşma… Bedeninde sahipsiz kalan ruhunu kendine çağırıyorsun. Mesela yaran var, kanıyor için için. Oysa sen orada bile değilsin. Orada olmadan o yarayı saramıyorsun. Önce oraya varıyorsun; oraya varmak için konuşuyorsun, düşünüyorsun, yazıyorsun, belki bir terapiste gidiyorsun. Bunu en çok kendin için yapıyorsun. Biliyorsun ki o yara senin ve yerini sadece sen iyi biliyorsun. Başka bir el değse belki iyileşecek ama sen olmadan olmaz diyorsun. İlla senin bir şey yapman lazım. Mesela erken kalkman gerekiyor, oysa çok yorgunsun, oysa hiç halin yok yaşamaya bile ama kalkıyorsun. İşe gidiyorsun, güce gidiyorsun. En basiti limonlu su demliyorsun kendine. Kalbinde bir yara var oysa ama sen kendine kalkıp limonlu su demliyorsun. İnsan olmanın sihirli gücü bu. Kendini kendinden savunmak bu. Nemlendirici sürüyorsun kuruyan cildin için kuruyan ruhunu nemlendirmek ister gibi mesela. Sabrediyorsun acına, biliyorsun bir şekilde geçecek. Onunla uyumlanıyorsun belki geçmese bile, bir parçan daha oluşuyor varlığında.
Elinden tutuyorsun sende var olan, bırakıp kaçamadığın sorunlarının. Düşmanını tanıyamazsın ama dostunun omzunda ağlarsın. Savaşırsan yenilirsin, seversen güçlenirsin. Onları önce tanıyorsun sonra da onlarla birlikte yürümeyi öğreniyorsun. Ceplerine dolduruyorsun insan olmanın tüm getirilerini. Bazı günler iyi geçiyor ceplerindekilerle, bazı günlerse zor geçiyor, ağır geliyor ceplerini taşımak. Bilirsin ki bazen içindeki suyun temizlenmesi için dalgalanman gerekiyor. Ağır gelen günlerde halinin yettiğince kulaçlar atıyorsun aydınlığa, oysa fırlatıldığın karanlık derinliği de evin biliyorsun.
Çözümler arıyorsun cevapsız yaraların için. Bedenindeki en önemli yerdesin, ruhundasın. Orada olduğundan habersizce belki de. Nasıl yaptığını bilmiyorsun belki sen de ama kendinin kahramanı oluyorsun. Dünyanın en harika insanı olmadığını bilerek, hatta tamamen sıradan da olduğunu düşünerek en kötüsü olmak için çok imkânsız olduğuna gülerek belki de. Kendine bir şekilde çok kıymet veriyorsun… Kahramanın da kurbanın da sen olduğunu bilerek, hayatını kurtarıyorsun insan gibi ve insanca yaşayarak. Acıların ve mutluluklarınla, savaşmaların ve sevişmelerinle, kabullerinle ve kararlılıklarınla, varlığınla… Evine, kendine geliyorsun.
Yazar: Sıla Arslan