İşlevsiz Acı

Ben bir kahve lekesiyim; akşamları kozalanır, sabahları uyanırım. Vücuduma söndürülmüş duygularım var. Beni lime lime eden bir yorgunluğun içinden geliyorum. Yazmak ve yaşamak arasında bir yerdeyim. Okuduğum Cemal Süreya’lar artık bana yol göstermiyorlar. İçimdeki şiiri yalnızca kendim tüketiyorum. Yaşayarak yalnızlığımın büyük şovunu sunuyorum. Yazarken heyecanlanıyorum. Uyumanın tarihçesini okudum. Kazanmanın ve kaybetmenin bin bir emeklerle yapılacağını öğrendim. Savaşmak yorar; mücadele ise güçlendirirmiş insanı, henüz öğrendim. Doğum hayatımın ilk şokuydu. İlk başta soğuk gelen her acıya zamanla alıştım hatta ara ara yükseğe çıkıp içine atladım. İnsan olmanın 50’den fazla tonu varmış, büyürken anladım. Yedi buçuk milyar insanın içinde sonuncu oldum.

İnsan değil, kadın oldum. Adımlarımı bir sonrakine atmak zorunda kaldım, korna seslerinin arasında yankılandı ruhum. Hayattan silinmeme telaşını avucumda sakladım her zaman, elimi açtığımda erkek işi deyip kapattılar. Köşeli omuzlar biriktirdim onca, güzellik standartlarına uygun olmadığı için hepsi kayboldu; bende bol bol kilo aldım, inadına! Yaşadığım şehir, inadına bir şeyler yapanların şehriydi bana göre, inadına bir savaş verdim her zaman çünkü insan değil; yalnızca bir kadındım! Olabildiğince anne olmak, olabildiğince çocuk bakmak, yemek yapmak ve türevleri… Olabildiğince arasına sıkışmak kirli ağızların. Ünzile ruhumu içimdeki çocukla devirdim. İçimdeki hırçın kuşları rüzgarlara saldım tüm güçleriyle uçmaları için. Kaşlarımdan göz kapaklarıma kadar inerken hürriyetim, korkmadan açtım gözlerimi.

Hiç okunmamış mısraların arasında sevgi bekleyen bir özlemdim, bir hasrettim yalnızlığımla. Ne için, kimin için yazıldığı belli olmayan başı boş bir şiirdim. Gün gelir, sevilirim diye erteledim tüm duygularımı. Varlığıma binbir şükür içinde kendi ara sokaklarıma sıkıştım. Konuşamayıp, içime sustuğum kelimelerden ibarettim. Soğuk duvarlar ne kadar hoşsa da hep korktum bu geminin, bu şehrin özgür kadınlığından. Yaşadığım gemi heybetli olmasa da –hatta bunun da kurbanı olarak- kürek çekmek zorunda kalan aciz kollarım bu hayata karşı sarf ettiğim gücün dayandığı noktanın simgesidir. Düşüncelerim, duygularım bir esintinin karşısında yıkılmadan durmaya çalışan demirden bir direk iken bedenim tırnağımdan damarlarıma kadar -bütün ince noktalarıma kadar-  esen rüzgarların, aniden açan yakıcı güneşin karşısında yaralı savaşçı bir kadın gibiydi. Hem yalnızdım hem de geminin kaptanı hiç ben olmadım; çelişkiden kurtulamadım.

Etimi büyüterek savruldum bu akışta, bazen bağır çağır, bazen sessiz sakin. Devam ederken savrulmaya yazdım, yazmak için yazmadım. Belki de yazmak için yazdım… Belki sadece yalnızdım. Yazmak bir nevi hürleşmekti ama ben hiç hür olmadım. Yumruk sıktım, görülmedi; bağırdım, duyulmadı. Koştum, kaçırdım; durdum, kovuldum. Hiçbir yere ait olamadım ve kendi hacmimde yaşadım. Ben vardım… Ben vardım…

Yazar: Sıla Arslan

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.