“Bu yazının okunması üç dakika sürmektedir.”
Gözlerimi açtığımda, “iniş yapıyoruz” sesiyle irkildim. Bir uçağın kokpit kısmındaydım, kafamı çevirdiğimde yan tarafımda Sabiha Gökçen’i gördüm. Bu da neydi böyle! Halüsinasyon falan olmalıydı. Olanlara anlam vermeye çalışıyordum ki beni kolumdan tutup hızlıca uçaktan indirdi. Şaşkınlıkla ama diye kekelerken, “Dünyayı sadece sevgi kurtarır, sevgi için çalışalım.” sözünü sürekli yineleyen yaşlı bir kadın bana doğru koşuyordu. Aklımdan ‘bu sözü hatırlıyorum’ diye geçirir geçirmez; Rahibe Teresa, bir bebeği sarıp sarmalar gibi bana kollarını doladı. Uzun süre sarılarak kaldık. Susarak anlaşıyor gibiydik ki sessizliği yanımıza gelen Sabiha Gökçen bozdu.
Onun omzuna elini koyup, “Eğer inanmasaydı asla o uçağı kullanamazdı, çünkü kadın olarak tek bir örneği dahi yoktu. Bunlar yüreklendirici birer öğütten ibaret değil. Senin buraya gelmenin bir sebebi var.” dedi gözlerimin en içine bakarak. “Peki, neden buradayım?” diye sormadan Sabiha Gökçen onun sözlerini, “Biliyorsun, güçlü kadınlar karanlıkları aydınlığa geçirmek için cesur adımlar atar. Hayallerinin peşinden gitmek kolay değildir bazen ama içinde sana yapabileceğini söyleyen fısıltı, karanlığının üzerine güneş gibi doğmak isteyen güzel günlerin habercisidir. ” diyerek devam ettirdi.
Ardından beni neresi olduğunu bilmediğim bir yere doğru götürmeye başladılar. Yanından geçtiğimiz kişi Marie Curie olamazdı! Gerçekten oydu, Nobel Ödülü alan ilk kadın bilim insanı, uranyum ile olduğunu tahmin ettiğim deneyler yapıyordu. Bana dönüp vakur bir biçimde gülümsedi ve dedi ki: “Uçurtmanı yükseltecek rüzgâr gücüne ihtiyacın var, bu senin gökyüzünde mevcut.” cevap vermem beklenmeden adeta sürükleniyordum.
Adımlarımız binadan içeri girince yavaşladı. Karşımdaki sahnede dimdik duran kadın ise Afife Jale’ydi. Ne kadar süre öyle kaldım hatırlamıyorum ama onu izlerken resmen sarhoş oldum. “Türk tiyatro sahnesine çıkan ilk kadın. Düşünebiliyor musun, bunun ne kadar zorlu olduğunu? O, sahne aşkından kendisini bulduğu şeyden tüm zorlukların üstesinden gelip vazgeçemeyen kadın.” diyen asalet örneği Virginia Woolf bana ‘gel’ işareti yaptı. Girdiğimiz odanın köşesinde Frida Kahlo’yu resim çizerken gördüm. Tuvaldeki kendisiydi fakat hepimizden bir parça vardı. Aldatılmışlıklarımız, terk edilmişliklerimiz, hastalıklarımız, acılarımız…
Onunla uzun uzun sohbet etmek istiyordum ama bana “Bizim yeni şeyler söylemek, anlatmak için vaktimiz yok; dön ve onlara bizi hatırlat, inandığımız şeylerden ne olursa olsun vazgeçmediğimizi.” dedi. Kimsenin kimseyi yargılamadan, sorgulamadan yaşadığı ve herkesin işini severek, en iyi şekilde yaptığı o yerde kalmak istediğimi söylemek istiyordum ama konuşamıyordum. Çok büyük bir gürültü vardı, “Çok ateşi var.” gibi seslerle uyandım. Bir hastane odasındaydım. Bir rüya olmasına sevinsem mi, üzülsem mi; bilemedim. Kendime gelir gelmez ilk yaptığım şey kalemi ve defteri elime alıp yazmak oldu. Kalemin yıldızlarını parlattım. Güçlü kadınlar gibi, sevginin tutuşturduğu her satıra yüreğimi kattım…
Yazar: Büşra Ateş