(Bu yazının okunma süresi yaklaşık olarak 3 dakika sürmektedir.)
Doğru ve yanlış, siyah ve beyaz gibiydi. Kimse griyi sevmedi. Oysaki o da bu dünyanın bir parçasıydı. Belki de ihtiras dolu zihinlerin ısrarla görmek istemediği parçası…
Kendilerini güçlü hissediyorlardı. Çünkü onların bir kısmı siyaha âşıktı, diğer kısmı ise tapardı beyaza. Gri, hiçbirinin sözcük dağarcığında bulunmuyordu.
Siyahlar için doğru olan, beyazlar için yanlıştı. Beyazlar için yanlış olan, siyahlar için doğruydu. Kimse sormuyordu. Doğru ya da yanlış ne demekti? Tek bir doğru tanımı var mıydı? Karar merci kimdi ya da neydi? Mutlak doğru bakış açısı gerçekçi bir bakış açısı mıydı? Bir gün önceki fikrimiz bir gün sonraki fikrimizle her zaman aynı mı kalıyordu? Kalıyorsa bu da bir problem değil miydi? Her düşüncemiz, kararımız, davranışımız siyah ya da beyaz mı olmalıydı? Yoksa griye de yer var mıydı? Keskin olmalı mıydı cümlelerimiz? Yoksa törpülemeli miydik kelimelerimizi? Bir düşüncenin, kararın ya da davranışın doğru veya yanlış olduğunu bilmek yeterli miydi? Uygulamada yer almayan doğruların ve yanlışların bir önemi var mıydı?
Belki de kolaydı siyah ya da beyaz olmak. İkisinden birini tercih etmek, zor olandan kaçmaktı. Çünkü gri olmak sorgulamaktı yaşadığın her dakikayı. Ve bu sonsuz bir döngüydü. Bir girdaptı.
Siyahı ya da beyazı tercih etmeden önce uğramalıydı insanlık griye. Çünkü her yanlış ve her doğrunun yolu gride birleşiyordu. Gri bir süzgeçti. Yanlışı tutan, doğruya yol açan bir süzgeç. Gri aynı zamanda bir kapıydı da. Ve bu kapıyı açmak değişimin ve gelişimin de kapısını aralamaktı.
İnsanlık korku duygusuna sahip bir topluluktu. Her insan içerisinde korkudan bir parça taşıyordu. Çünkü yaşam geçmişte kalan yıllarımızı saydığımızda uzun fakat yaşarken çok kısaymış gibi hissettiriyordu. Hemen geçip bitecekmiş gibi… Bu sebeple insanlık hep yanlış yapmaktan korktu. Korktu ve en doğrusunun kendi düşündüğü, kendi davrandığı olduğuna inandı. Aslında gri hem kalpti hem de akıl. Hem siyahı barındırıyordu içerisinde hem de beyazı. Ama ihtiras, opak bir perde oluşturmuştu onların gözlerinde. Göremiyorlardı griyi. Grinin gerçekliğini…
Kübra Fatma Demir