Ne çok okur ne çok duyar olduk kadın cinayetlerini. Gazeteyi her açtığınızda, her haber izlediğinizde illa ki görür duyarsınız. Her gün onlarca kadın şiddete maruz bırakılıyor, istismarda bulunuluyor hatta öldürülüyor eşleri, eski eşleri, sevgilileri, bazense hiç tanımadıkları erkekler tarafından. Nedir bu erkek şiddetinin nedeni?
Cinsiyetçilik dediğimiz kavrama bakmamız lazım. Bir cinsiyetin diğer cinsiyete üstün olduğunu savunan ideolojidir. Bu ideolojinin toplumda kadınları nasıl etkilediğini, ötekileştirdiğini insanlığın her döneminde, özellikle kendi toplumumuzda sık sık görüyoruz; kadın cinayetleri, aile içi kadına yönelik şiddet, kadını subjeleştirmekten çok obje haline iten, kendi öznesinden uzaklaştırarak erkeklerin istediği ve erkeklerin çıkarları doğrultusunda kadına yüklenen anlamlar… Tabii bu durum bir toplumun kendi geçmişinden gelmektedir. Toplumların kültürleri, normları, adetleri ve dinleri, toplumun kadına bakışının şekillenmesiyle doğrudan ilgilidir.
Öncelikle tarihsel süreçlerden söz edelim. Mesela ataerkil bir toplum yapısına geçişimizden beri kar topunun yuvarlanarak büyümesi gibi bilincimize aşılanan kadın rollerinin zamanla değişerek erkeklerin çıkarına göre şekillenen rollere büründürülmesinin etkisi çok büyük. Peki tarihteki kadın imajına ne kadar güvenebiliriz? Ne kadarına inanabiliriz? Gerçekten kadınlar ilk çağlardan beridir mağarada çocuk bakıp erkeğin korunmasına muhtaç mı yaşadı? Sadece erkeğin güvenlik gölgesinde mi avlandı? Ya bu anlatılanların hepsi erkeklerin bir uydurmasıysa? Sonuçta tarih test edilemeyen bir bilim.
İki milyon yıllık Paleolitik Çağ boyunca insanlar avcı ve toplayıcıydı. Bu dönemde özel mülk anlayışı yoktu. Bu nedenle herhangi bir cinsiyetçilik düşüncesi gelişmedi. Çünkü kadınlar bu çağda erkeklerle birlikte avlandı, yiyecek topladı ve en az erkekler kadar doğa ile savaştı. Sonra İnsanlık tarihinde, besin üretimi yanında ilk yerleşik toplumların kurulması ile başlayan dönem olan “Neolitik Çağ” başladı. Bu çağın ilk tarım faaliyetleri ve ilk yerleşik toplulukların meydana gelmesinden başka çok daha günümüzü ilgilendiren bir özelliği var. Erkek ve kadın arasındaki cinsiyetçiliğin tohumları bu çağda atıldı. Tarım faaliyetlerinin artmasıyla avcılıkta azalma görüldü. Belirtilmesi gereken bir nokta tarım faaliyetlerinde kullanılan çoğu icadın kadınlara ait olması; çapalamak, buğday tanelerini daha sert taşlar altında öğütmek gibi. Bu sebeple o dönemde kadına inanılmaz bir saygı vardı. Bunu o zaman ki tarihi eserlerde (Duvar resimleri, yapılan heykeller vs.) gözlemleyebiliyoruz. Kadınların o zaman daha değerli olmasının bir başka nedeni ise sağlık koşullarıydı. Doğumlar sırasında ya da sonrasında ölüm oranı yüksek olduğu için kadın nüfusu azdı, bu yüzden değerliydi. Sonra insanlar tarımda öküzlerden, yağmurdan, rüzgardan yararlanmaya başladı. Erkek bu süreçte azalan avcılıkta ve daha sonra tarımcılıkta daha aktif olmaya başladı. Kadınların iş yükü azaldı. Nüfus patlamaları yaşanmaya başladı. Az olan kadın nüfusu arttı. Kadın kolay erişilebilen, bulunabilen bir varlık oldu. Ve bu süreç cinsiyetçiliğin başlamasına neden oldu. Günümüz modelleri şekillenmeye başladı. Birkaç örnekle vermek gerekirse bu anlatılan süreçlerden sonra tarımcılık ve avcılıkta aktifliği ele alan erkek evde de ağırlığını hissettirmeye başladı. Kadın sanki erkeğin eksik hali gibi algılanmaya başladı. Kadın sadece erkeğin getirdiği ya da ürettiği yiyeceklerle yemek yapabilen, çocuklar doğuran ve o çocuklara bakan, korunmaya muhtaç bir varlık kimliği kazandı. Bugün modern çağda da çok bir fark yok gördüğünüz gibi. Neolitik çağdaki kadın rolüyle modern çağdaki kadın rolleri büyük oranda benzer. 40 bin yıldır çok da bir şey değişmedi.
Bundan sonraki süreçte kadının ikincil diye nitelendirilen işler verildikten sonra erkekler bir de ekonomik olarak üstünlüğü ele geçirdi. Ataerkil dediğimiz toplumlar oluştu. Miraslarda erkek söz sahibi oldu. Kadın nüfusundaki artıştan sonra tek eşli evliliklerde değişmeler meydana geldi. Yerleşik yaşama geçen toplumlarda kurallar belirlendi ve o kurallar erkeklere göre şekillendi. Soylar erkekler tarafından belirlenmeye başladı, toplum hakimiyeti erkeklere geçti. Bu erkek üstünlüğü ilkesi etrafında, toplumun kültürü, adetleri, inancı ve tarihi erkeğe göre şekillendi.
Ataerkilin Latincede adı patriarkadır. Yunanca Patria(baba) ve achein (hükmetmek) anlamındadır. Cinsiyetçilik dillerde bile yer edinmiştir. Örneğin İngilizcede woman, wife+man birleşiminden türemiştir. Erkeğin eşi anlamındadır. Bizde de kadın hakanın, kralın eşi demektir. Latincede hominesten gelir. Homines insan demektir. Erkek=insan, kadın ise insanın eşi. Ataerkil toplum gördüğünüz gibi kadını olabildiğince ötekileştirir. Bu tür toplumlarda cinsiyet özellikleri bir tabu gibi çizilir. Erkeğe göre karakteristik özellikler yaratılır. Tabii ki en iyi sıfatlar erkeğe göre yapılır. Adam olmak, kadın gibi olmamak. Kadının zayıf olduğu yaygın kanısı yaratılır.
Bazı toplumlarda kadın, kanunen bir birey olarak dahi görülmemiştir. Örnek olarak Çin’de kadınlara isim verilmezdi. Numara verilerek çağrılırdı iki, üç, dört gibi. Hindistan’da kocası öldüğünde kadının yaşam hakkı yoktu. Hemen o da ölmeliydi. Tanrılar sinirlenmesin diye kurban edilirlerdi. Babil’de kadın evcil hayvan sınıfına dahil sayılırdı. Batı’da da durum pek parlak değildi. Kadın toplumun malı sayılırdı; bütün erkekler istedikleri kadınlarla onları rızası olmaksızın cinsel ilişki kurabilirlerdi. Bu şekilde doğan çocuk toplumun malı sayılırdı. Kadın, günahın, ahlaksızlığın, ruhi ve manevi alçaklığın temsili sayılırdı. Roma’da kadınlar vatandaş değildi. Koca isterse karısını öldürebilirdi. Yunanlar da “Kadın şeytani varlıklardan biridir.” düşüncesi hakimdi. Erkeğin izni olmadan kadın kendi malını harcama yetkisi yoktu.
Tüm bunlara bakıldığında bugünkü kadın cinayetlerinin, tecavüzlerinin sebebi maalesef ilk çağlara kadar dayanmaktadır. Günümüzde kadınlar 40 bin yıllık ataerkil düzene, tüm bu ikinci plana atılmalara, bir birey olarak nitelendirilmemeye karşı çıkıyor. Ve bu karşı çıkmanın ataerkil toplumun erkekleri tarafından reaksiyonu sert oluyor. Kadının kocasından boşanma isteği öldürülmeyle sonuçlanıyor. Çocuklarının gösterilmemesiyle tehdit ediliyor, her türlü psikolojik şiddete maruz kalıyor. Baba evine döndüğünde artık kocasının malıymış gibi iade ediliyor. Gelinliğine ‘’temiz’’ olduğunu gösteren kırmızı kurdele takılıyor. Çocuk yaşta toprak ağalarına ailenin ’’refahı’’ için satılıyor. Hala doğumhanelerde ne kadar inkar etsek de tebrikler oğlunuz oldu da ki mutluluğu göremiyoruz kız çocuklarının doğumlarında. Hala topluma bir ayıpmış gibi günahmış gibi işleniyor kadınlar. Erkeklerin her hatası 40 bin yıldır mahzun ve çocukça görülürken, kadın hala şeytanla eş tutuluyor. Dünyanın bu kadar kötü olmasının nedeni bu olabilir mi? Geleceğimizi yetiştiren kadınlara ataerkil toplumun dayatmaları yapılırken geleceğimiz ne kadar sağlıklı olabilir? Kadınlar ve erkekler arasında hala bu denli ayrımcılık söz konuyken nasıl çocuklarımıza eşitlikten bahsedebiliriz?
İnsanlar onlara şartsız, karşılıksız büyük nimetler ve hayat veren doğaya sırtını dönerek en büyük hatayı yaptı ve bedelini ödeyecek. İkinci en büyük hatayı ataerkil toplumlar yapmakta. Doğa kadar muhteşem kadınlara sırtlarını dönerek, kendi ahlaksızlarında ve toplumsal buhranlarda boğulacaklar. Yapılması gereken 40 bin yıl önceyi hatırlamak. Eşit olduğumuz, omuz omuza mücadele verdiğimiz yıllara geri dönmek. Birbirimizden farkımız varmış gibi olmadığımız, renkleri, kıyafetleri, davranışları, kültürleri, dilleri ayrıştırmadığımız çağlara geri dönmek. Tüm tabiat açısından dişilik ve erkeklik birbirini tamamlayan ve hiçbir şekilde üstün olmayan iki olgu.
Kadına tecavüzün, istismarın, cinayetlerin son bulduğu, kadınların her türlü psikolojik ve fiili şiddetten uzak kaldığı, ataerkil olmayan bir dünyada yaşamak dileğiyle…
YAZAR: Batuhan UÇAR
TPÖÇG Blog Yazarı | Gelişim Üniversitesi Psikoloji Öğrencisi