Birde Bin Bir

İnsanlar büyütüyorum içimde tıpkı her gün bahçesindeki çiçekleri özenle büyüten bahçıvan gibi. Kendimden veriyorum onlara, parça parça alıyorlar hislerimden, düşüncelerimden ve kendilerinden bir şeyler eklemeyi de unutmuyorlar. Birbirimize ekledikçe bütün hale gelmeye yakınlaşıyoruz ama asla bütün olamıyoruz. Bırakamıyorum tekliğimi onlar da bırakamıyorlar.

Söyler misin bir güne kaç güneş, bir geceye ise kaç ay sığar? Peki ya bir insanın içine kaç insan sığar? Görünüşte tekim,  kimileri içinse bilinmedik bir yerde hiçim. İnsanlar büyütüyorum içimde tıpkı her gün bahçesindeki çiçekleri özenle büyüten bahçıvan gibi. Kendimden veriyorum onlara, parça parça alıyorlar hislerimden, düşüncelerimden ve kendilerinden bir şeyler eklemeyi de unutmuyorlar. Birbirimize ekledikçe bütün hale gelmeye yakınlaşıyoruz ama asla bütün olamıyoruz. Bırakamıyorum tekliğimi onlar da bırakamıyorlar. Kararlarımda ne zaman etkili olmaya başladıklarını düşünüyorum. Tam olarak ne zaman kendim için bir şeyler isterken olurluğunu ve olmazlığını diğerlerine göre belirlediğimi sık sık düşünüyorum. Hatta olmasını çok istediğim bir şey sevdiklerime uymadığında onlardan nasıl bir çırpıda vazgeçebildiğimi sorguluyorum. Ne kadar düşünürsem düşüneyim ve ne kadar sorgularsam sorgulayayım işin ucunu kültüre ve çoğulculuğa çıkarıyorum. Önceden inşa edilmiş karışık sosyal ağların ben henüz doğmamışken bile benim için hazır olduğunu şu an ben izin verdiğim kadar veya onlara yenik düştüğüm kadar üzerimde dikte edici bir güce sahip olduğunu biliyorum. Haliyle üzerinde araştırma yapmaktan geri durmuyorum ve bana ilaç gibi gelen Zhu ve arkadaşlarının yaptığı “Kendilik Temsilince Kültürün Etkisinin Nöral Temelleri” adlı çalışmalarına rastlıyorum. “Ben”, “anne” gibi kelimeler ya da herkesçe tanınan biriyle ilgili sıfatlar kullanılarak batılı ve doğulu denekler üzerinde beyin görüntüleme yöntemiyle deneyler yapıyorlar. Çalışmanın sonucunda ise  doğulu denekler annelerini de kendilerini de temsil ederken beyinlerinin medyal preforantal kortekslerini kullanırken batılı denekler aynı bölgeyi sadece kendilerini temsil etmek için kullanıyorlar. Kararlarda etkili olan noktayı bu deneyde buluyorum. Toplumcu bir kültürün içinde doğan ve bireyci bir yapıya sahip olan kişinin o topluma tutunurluğu ne kadar olur? Güz ayında ağacından düşüp rüzgarın yönlendirmesiyle sağa sola savrulan yaprak gibi mi olur yoksa içselleştirilmiş ve şahsına aykırı olan bütüncül kültür öğelerini değiştirecek güce sahip bir birey mi?  Fikirleri, sözleri ve yaptığı kendinden önceki kuşağa içinde bulunduğu sarmal düzene Thor’un çekiciyle vurmuşcasına etki yapan bir birey mi olur yoksa gençlik hep böyle havai söylemleriyle geçiştirilen bir birey mi? Bu konu sanattan ve sosyal mecradan çeşitli yollarla yaşama sızıyor ve hayat buluyorken değişime kim direnebilir ki? Bu çoğulculuğun beni irrite eden düzensiz bir düzeni var saygı, şefkat veya sevgi adı altında nasıl nitelendirirseniz ezdiği, yönlendirdiği bir kesimi. O yüzden düzensizlik içinde bulunduğum her durumda hücrelerimin hepsine iğneler batıyormuş gibi hissediyorum. Genişletilebilir her yönünden yazıya alınabilir bir konuya değindiğimi biliyorum. Bunları yazarken bile zihnimden binlercesi yanıp sönüyor. Şimdilik olumlu yönünden tutup kalan vasıfsızlıkları da yaşatabilir hale getirme şavaşını veriyorum. İçimde büyüttüğüm insanlara zarar vermeden ve kendimden de ödün vermeden yaşamı oldurabilmek, birin içine bini sığdırıp bin olmak değil binle birlikte bir olmak için çabalıyorum. Ne de olsa hayat bir kere yaşamamıza izin veriyor ve hazzına varmak için de var olanı gönlümüze uydurmak gerekiyor.

Yazar: Tuğçe Ünalmış 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.