
(Bu yazının okunması yaklaşık 2 dakika sürmektedir.)
Uçurumun kenarında duruyorum. Elbisemin tülden etekleri rüzgârda uçuşuyor. Rüzgâr beni aşağı itiyor. Düşmek üzereyim. Burnuma taşınan yasemin kokusunu içime çekiyorum. Gözlerimi kapatıyorum ama her şeyi görüyorum, duyuyorum, her hücremde hissediyorum. Çevremle bir bütünüm.
Gözlerimi açıyorum. Yavaşça aşağı bakıyorum. Kıvrılarak akan masmavi nehir her zamankinden daha hiddetli. Rüzgârın şiddetine kapılmış, dalgalanarak akıyor. Tertemiz suda bembeyaz köpükler yükseliyor. Kim bilir hangi deniz kızının ruhu diye düşünüyorum içimden.
Başımı kaldırıp karşıma bakıyorum. Uçurumun diğer ucuna. Upuzun çamlarla kaplı ormana. Rüzgâr reçine kokusunu getiriyor bu sefer burnuma. Kocaman ağaçların yüceliği korkutuyor beni, karşılarında zayıf ve küçük hissediyorum. Sonra onca ağacın arasında bir ceylan görüyorum. Masum gözleriyle etrafa bakan, hoplayan, zıplayan bir ceylan. Sevgi ve heyecan dolu. Ağaçların büyüklüğü onu etkilemiyor, cesaretini kırmıyor. Patikasını bulmuş, sekerek ilerliyor.
Göçmen kuşların sesini duyuyorum birden. Gökyüzüne bakıyorum. O kadar çoklar ki. Bu güçlü rüzgârı yaratan da onların kanat çırpışlarıymış gibi hissediyorum. Beni iten, ateşleyen, destekleyen rüzgâr, uçmamı isteyen kanatlardır belki. Gökyüzüne baktıkça içime huzur doluyor. Zihnimin derinliklerinden bir ses yankılanıyor: “Atla”. Ses her zamankinden farklı, bu sefer umutla yankılanıyor. Daha cesur, daha karalı.
Bir sonraki göç mevsiminde görüşmek üzere veda ediyorum göçmen kuşlara. Sonra derin bir nefes alıyorum. Ciğerlerim havadan, kalbim heyecandan patlayacak gibi hissediyorum. Atlıyorum. Havada süzülürken rüzgâr beni kanatlandırıyor, süzülüyorum, rahatlıyorum. Karşıdaki ormana doğru uçuyorum. Sertçe ağaçlara çarpıyorum. Ağaçlar beni yavaşlatıyor. İki ayağımın üstüne düşüyorum. Dik duruyorum, canım yanıyor. Ama içime çektiğim reçine kokusuna değer.
Yazar: Göksu Keskin