(Bu yazının okunma süresi yaklaşık 2 dakika sürmektedir.)
Vedalar hakkında konuşmak zordur çünkü çoğu zaman kelimeler yetersiz kalır. “Hoşça kal” deriz mesela, ama içimizde fırtınalar eserken bunu ne kadar gerçekten dileyebiliriz? Ayrılığın yakıcılığını iki kelimede eritmeye çalışırız: güle güle. Oysa gidenin gülecek hâli yoktur, kalan ise söylemek isteyip de yutkunmak zorunda kaldıklarıyla susar.
İnsan bir ayrılığın eşiğindeyken, ne söyleyeceğini bilemez. Sözcükler dudakta çürür, bakışlar anlamını yitirir. Gidenin sırtı dönüktür, kalanın gözleri nemli. O an, zamanın bile geri çekildiğini hissedersin; sanki dünya, iki insanın arasından geçerek sessizce uzaklaşır.
Bazı vedalar çok önceden başlar. Söylenmeyen cümlelerde, ertelenen yüzleşmelerde, alışılmış suskunluklarda… Bir sabah her şey yerli yerindeyken bile anlarsın: bir şeyler çoktan gitmiş. Veda yalnızca bir son değil, eksilmenin usulca kabul edilişidir ama her ayrılık iz bırakır. Ne kadar güçlü olursan ol, bir parçan eksilir o anda. Ruhun bir yanı üşür, zaman daha ağır akar. Sessizlik kalınlaşır; öyle ki yalnızca kendi kalp atışını değil, eksilen sesin yankısını da duyarsın. Hafif bir dokunuşu, yarım bir cümleyi, artık olmayan bir varlığı özlersin.
Bazı vedalar sessizdir; çığlık atmaz, kapı çarpmaz. Yalnızca yavaşça, içinden geçip gider. Ama en çok da sessizlik zor gelir insana. Çünkü acının asıl derinliği, bir daha hiç konuşulmayacağını bilmekte yatar. Kapının kapanmasından çok, ardında kalan boşluğun soğukluğu üşütür insanı.
Derler ki, her veda insanı büyütür. Belki doğrudur. Ama bazı büyümeler, yalnızca daha fazla eksilmektir. Çünkü bazı ayrılıklar vardır ki, üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, ruhun bir yerinde sızlamaya devam eder. Ve o sızı, insanın tam olarak iyileşmesine asla izin vermez.
Merve Gedik
https://pin.it/3P1N6m3Ju