Şimdi biraz da “travma mağduru” penceresinden çıkıp “travma alanında çalışan profesyonellerin” tarafına geçerek yazıya devam ediyorum.
* Judith Herman : “Bir ilişkinin açtığı yarayı ancak başka bir ilişki onarır.”
Aile desteği, toplumsal destek ve sosyal yaşam bir kalkan gibi işlev görür, olay sonrası etkilenme düzeyini azaltır. Bunun yanı sıra travma mağdurları ile bu alanda çalışan profesyoneller arasında kurulan sağlıklı terapötik ilişki de yaranın onarılmasında büyük bir rol oynar. Bu ilişkinin güvenli, destekleyici, kapsayıcı ve onaylayıcı nitelikte olması önemlidir.
* Olay öncesinde (yani daha travmatik bir olay yaşanmadan önce) önleyici müdahalelerde bulunulmalıdır.
Risk gruplarını belirlemek ve bunların risklere dair farkındalıklarını pekiştirmek gerekir. Kişilerin baş etme becerileri güçlendirilmeli; travmatik bir olayla karşılaştıklarında sağlıklı tepki verebilmeleri , olayla travmatize olmadan baş edebilmeleri sağlanmalıdır.
* Olay sürecinde (akut dönem), kişinin temel ihtiyaçlarının karşılanması önemlidir.
Örneğin depremde evi yıkılmış bir kişinin o sırada ihtiyacı olan şey terapi değil, barınacak bir yerin sağlanmasıdır. Bu dönemde kişinin doğal tepkilerine izin verilmelidir. Ağlamalı ve yasını tutmalıdır.
* Olay sonrası döneme gelindiğinde ise akut dönemdeki belirtilerin seyrine bakılır.
Belli kriterler göz önünde bulundurulmalıdır. DSM-5’e göre travmatik olayın sebep olduğu semptomlar en fazla 4 hafta sürdüğünde buna “Akut Stres Bozukluğu” deniyor. Bu süreyi aştıktan sonra yani en az 1 aydır devam eden klinik bir tablo söz konusu olduğunda ise “Travma Sonrası Stres Bozukluğu” deniyor. (Belirtiler için mutlaka DSM-5’teki kriterlere bakılmalıdır. Rastgele gözlenen bir belirtinin sadece süre kriterini karşılaması tanı alınması için yeterli değildir.) Yani travmatik bir yaşantıya maruz kalmış tüm bireylerde Travma Sonrası Stres Bozukluğu gelişmez.
* Travmatik olay sadece onu yaşantılayan kişilere zarar vermez, etki alanı büyüktür.
Travma mağdurlarının yakınları, olaya tanıklık edenler, travma alanında çalışanlar, medya yoluyla olayla ilgili uygunsuz içeriklere maruz kalanlar ve daha pek çok kişi travmatize olabilir. Bunları ise ikincil ve üçüncül travmalar olarak ele alıyoruz.
Travmatik olaya doğrudan maruz kalmayan ancak travma yaşayan kişi ile duygusal veya sosyal yakınlığı olan kişiler ikincil travmatik stres belirtileri gösterebilirler. Örneğin patlamada kolunu kaybetmiş bir çocuğun annesi, tecavüz mağduru bir kadının arkadaşı.
Travmatik olaya tanıklık edenler/gözlemciler, basın/sosyal medya/haberler üzerinden olaya maruz kalanlar, ruh sağlığı alanında çalışanlar (psikologlar, psikiyatristler, sosyal hizmet uzmanları) , arama kurtarma ekipleri, ilk yardım ekipleri, ambulans çalışanları, polisler, askerler, itfaiyeciler, adli alanda çalışanlar (hakim, savcı, avukat) gibi travma mağduru ile duygusal yakınlığı olmayan pek çok kişi de üçüncül travmatizasyon yaşayabilmektedir. Bu gruba gazeteciler de (muhabir, editör vs.) dahildir. Örneğin, bizlerin gazetelerde, televizyon/internet haberlerinde sansürlenmiş şekilde gördüğü videoların ve fotoğrafların onlar ham haline maruz kalıyorlar.
Tabi ki sayılan meslek gruplarındaki herkes travmatik stres belirtileri göstermeyecektir. Etkinin boyutunu belirleyen birtakım risk faktörleri söz konusudur: maruz kalınan olayın şiddeti, meslekteki deneyim yılı, yalnız çalışmak (örn. bir psikolog olarak tek başınıza bir klinikte çalışıyor olmanız)…
* “Saha sizi kendine bağlar.”
Bu cümle 1. Travma Sempozyumu süresince sık tekrarlanan bir cümle oldu. Travma sahasına gidildiğinde psikolog kimliğinizi bir yana bırakın, insani olarak orada elinizden gelen her şeyi yapmaya çalışacaksınız. Ancak bu alanda çalışanların kendilerine iyi bakmaları son derece önemlidir.
Bu noktada ilk defa sempozyumda duyduğum “Buddy (Eş) Sistemi”nden bahsetmek istiyorum. Yani sahada bir eşiniz oluyor, bir yoldaşınız. Birbirinizi kolluyorsunuz. Yemeğini yedin mi, uyudun mu, çalışman gereken saati aştın, paylaşmak istediğin bir şey var mı, nasıl hissediyorsun… Birkaç saat daha fazla çalışayım, uyumayayım demek olmaz, çünkü travma alanında çalışanlar için “Özbakım (Self-care)” çok önemli: Düzenli mola verilmeli, çalışma saatlerinin sınırları olmalı, çalışma ekibiyle paylaşımlarda bulunulmalı, gerektiğinde profesyonel destek alınmalı….
Aslında sahada sadece bir eşle de çalışmıyorsunuz, bir ekiple çalışıyorsunuz. Çalışmanız sırasında da bu ekiple sürekli paylaşım içinde olmalısınız, hem mesleki hem duygusal olarak. Örneğin, saha çalışanları her akşam bir araya gelip o gün ne yaptıkları, nelerle ve kimlerle karşılaştıkları, etkilendikleri olaylar, kendilerini nasıl hissettikleri gibi konularda konuşmalılar.
Sonuç olarak, travmatize edici olaylar artık Türkiye’nin bir parçası oldu ve ne yazık ki etki halkası gittikçe genişliyor. Travmatik Stres Belirtileri bir çoğumuzda kendini gösteriyor. Şimdiye kadar yaşanmış olaylardan herhangi birine doğrudan maruz kalmamış olmamız bundan 2 saat sonra da kalmayacağımız anlamına gelmiyor. Bu yaşantılarla öncelikle bir insan olarak başa çıkabilmemiz, kendimizi koruyabilmemiz gerek. Bunun yanı sıra da ruh sağlığı alanında çalışacak olanlar ve çalışanlar olarak doğru bilgiye ve yeterli donanıma sahip olarak sahaya çıkmamız ve doğru müdahalelerde bulunmamız gerek.
Travmasız günler diliyorum !
NOT : Okuma listeme eklediğim 2 kitabı sizlere de önermek istiyorum;
- Travma ve İyileşme (Judith Herman)
- Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek (Irvin Yalom)
** Bozunoğulları, D. (Şubat 2014). Travmatik yaşantılar. https://www.psikolog.org.tr/assets/uploads/file/pdf/TravmatikYasantilar.pdf
YAZAR: Yağmur TELEFONCU
TPÖÇG Blog Yazarı | İstanbul Üniversitesi Psikoloji Öğrencisi