O An

"Tüm bunlar, kederden neşeye dek, tek bir anın kaldırması için ağır değil miydi? Belki de hepsi bir saniye içindeydi; ruhumda erimem için verilmiş tek bir saniye içindi. Emin değilim artık; ne önemi kaldı ki hissettiğim ağırlığın ve sözde geçmekte olan zamanın?"

(Bu yazının okunma süresi yaklaşık olarak 4 dakika sürmektedir.)

Bir andan bahsedeceğim; zamanın adını koyamadığım bir an, belki de bir nefes kadar kısa olan… O an, tam olarak nerede durduğumu bilmiyorum. Belirsizlik üzerine akmış, kaygan bir zemindeydim sanki. Tanıdık gelmiyordu dünya; ne karmaşası her yanımı saran bu cadde ne de her gün önünden geçtiğim bu park, tanıdık değildi artık. Görüntüler ve yankılar, başımda dönüp duran bir girdaba karışmış; varlığıma dokunmak ister gibiydi. Ne mümkün! Zamanın içinde kaybolmuş, yıkılmak üzere dikilen bir hayalettim ben. Varlığımı o ana bırakmış ve benliğimi ele geçiren meçhul bir sıcaklığa teslim etmiştim ruhumu.

Hangi kararın, hangi vedanın yorgunluğuydu bu üzerimdeki? Ne çarpmıştı ruhuma birden? Bilmiyorum. Sorularımın içinde, cevapların erişemeyeceği kadar uzak bir noktadayım sanki. O an, aklımın bildiği her şeyi alıp götürmüştü. Ne sorunun ne de cevabın bir değeri kalmıştı artık. Zihnim ise sularını aşmıştı çoktan. Dalgalarımda boğuluyordum. Her bir dalgasına aşina olduğumu sandığım denizde, kendi aşkınlığımın içinde yitip gidiyordum. Ne kadar çabalasamda o sonsuz anın içinde asılı kalmıştım artık. Biraz kayıp, biraz da karanlık… Ne bir adım ileri ne bir adım geri gidebiliyordum. Tam sıkışıp kaldığım o anda, gürültüyle çalkalanan zihnimden derin bir sessizlik yankılandı. O an, belki de ilk kez yüreğimin ritmi duyulur oldu ve ilk kez hissettim içimde yükselen özlemi. Adeta ulaşamadığım bir varlık, sessiz bir bekleyiş gibi kalbime yerleşti. Dalgalarımın arasından bana uzanan bir ışıktı sanki. Uzak ama başından beri orada gibi… 

Şimdi duyuyorum heyecanla çarpan yüreğimin pır pır eden sesini; anca hissediyorum özlediğimi, pişmanlığımı, kederimi ve bir nebze de olsa neşemi. Tüm bunlar, kederden neşeye dek, tek bir anın kaldırması için ağır değil miydi? Belki de hepsi bir saniye içindeydi; ruhumda erimem için verilmiş tek bir saniye içindi. Emin değilim artık; ne önemi kaldı ki hissettiğim ağırlığın ve sözde geçmekte olan zamanın? 

Başka hiçbir yere bakamazdım şimdi, gözümü alamazdım ondan. Zira bütün bu karmaşanın her saniyesi bir çift göze hapsolduğum içindi. Yaşadığım çalkantıda ve benliğimi saran meçhul sıcaklıkta yalnız o vardı. Bir zamanlar hayatıma dokunmuş o bakıştan, ne diye gözümü çekecekmişim şimdi? Ben karşısında yaşayan bir ölü olmayı böylesine kabullenmişken ne diye saklanacağım gördüğüm şu bir çift gözden? 

Yıkılmak üzere dikiliyorum karşısında; boğulduğumu bilerek, ısrarla bakıyorum gözlerine. Saklanmak neye yarar şimdi? O delip geçen bakışlar, gizlemeye çalıştığım her şeyi alt üst etmiş bile. Beni boğan dalgalar ve beni ürküten karanlık, gözümden akan yaşlarla birlikte kıyıya vurmuştu artık. O boşlukta bir yankı buldu mu meçhul… Lakin tam o anda, buluştuğumuz mutlak sessizlikte, iki kelime döküldü dudaklarımdan, son bir nefes gibi: “Bağışla beni”

Eda Demiral

Bu görsel yapay zekâ tarafından oluşturulmuştur.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.