Labirent

Verdiğimiz emekler, bir ağaç misali büyüyor ve yeşeriyor içimizde ve yine biliyorum ki o ağacın dalları vermiş olduğu meyveleri taşıyamaz hale geldiğinde biz büyük bir keyifle ve mutluluk gözyaşları tek tek süzülürken gözlerimizden emek sepetimize dolduracağız meyvelerimizi.

(Bu yazının okunması yaklaşık 2 dakika sürmektedir.)

 Evimizde, pencere kenarlarında ya da odamızın tavanı üzerinde incelemeler yaparak zamanımızı değerlendirdiğimiz şu günlerde kendime ne kadar az ve oldukça önemsiz bir biçimde zaman ayırdığımın farkına vardım. İçerisinde bulunduğumuz bu olumsuz durumu bir nebze de olsa pozitife çevirmek amacıyla yine ailemle geçirdiğim vakitlerden çalmadan kendime vakit ayırıyor; içe dönüyorum. Ne kadar ihmal etmişim kendimi, hislerimi, bedenimi… 

Daha önce de söylemiştim; dünya üzerinde ve kendi içimize doğru yaptığımız yolculuklar var. Düz bir yolda ilerlediğimizi sanıyoruz ama aslına bakarsak hayat, düz çizgiden ibaret sandığımız bir labirent. Labirent içinde kendime doğru yaptığım yolculukta çok rötar verdim bilinçli ya da bilinçsiz. Ne istediğimi, neler hissettiğimi ya da kimlere hayatımda yer vermek isteyip istemediğimi düşünmeden sadece başkalarının istek ve arzularına göre bir yaşantı sürmüşüm. Kimse üzülmesin, aman canı sıkılmasın dedikçe kendimin canını sıkmışım. Kendimden, karşı tarafımda ki kişiye vere vere bana hiçbir şey bırakmamışım. Enerjimi başkaları için kullanırken bana bunun iyi geldiğini düşünürdüm ama durum tam tersiymiş; biraz geç anladım. 

Bazen hayatın olağan akışında sıklıkla kullandığımız ya da başkalarına karşı sarf ettiğimiz kavramların kaynağını ya da neden kullanıldığının hesabını yapıyorum. Şimdilerde sevgi kelimesinin benim için ne ifade ettiğini, “Acaba gerçekten hayatımdaki şeyleri ve kişileri seviyor muyum?” ya da “Bir insan birini sevdiğini nasıl anlıyor ki?” sorularını soruyorum kendime her gece; istisnasız. Bunlar olup biterken iç yolculuğumda daha derinlere inmenin zamanının gelip geçmekte olduğunu ama benim hala başkaları için ve başkalarının hayallerini gerçekleştirmek için çabalayıp durduğumu hissettim. Öz eleştiri yapmak gerekirse belki de sevdiklerimi koruyup kollama, sarıp sarmalama isteğimden kaynaklı bir tık daha önemliydi ben dışındaki herkes ve her şey.  Oysa karşımdaki ne kadar insansa ben de o kadar insandım ve benim de hislerim, hayallerim, düşüncelerim ve kırgınlıklarım vardı. Biraz kendi için var olmalı insan; var olma sanatını kendisi için gerçekleştirmeli ve bunu yine kendisi için durmaksızın devam ettirmeli. Herkesin bir birey olduğunu, düşünebildiğini ve kendi kararını verebilecek olgunlukta olduğunu unutmadan davranmalı. 

Bir toplumun parçası oluşumuz, bizi kendi benliğimizden ayırmamalı. Aslında kendimize vakit ayırdıkça parçası olduğumuz topluma bir faydamız dokunur; ben dinginliğe ulaştığımda başkalarına da bu dinginliğimi bulaştırabilir ve belki de insanların kalbine dokunabilirim. Olumsuzlukların hat safhaya çıktığı bu günlerde dik durmak, iyi olmak zor olabilir; bunu anlayabilirim. Fakat çabalamaktan ve çalışmaktan vazgeçmemeli, vazgeçmemeliyiz. Verdiğimiz emekler, bir ağaç misali büyüyor ve yeşeriyor içimizde ve yine biliyorum ki o ağacın dalları vermiş olduğu meyveleri taşıyamaz hale geldiğinde biz büyük bir keyifle ve mutluluk gözyaşları tek tek süzülürken gözlerimizden emek sepetimize dolduracağız meyvelerimizi. 

Adını bilmediğim ama aynı hisleri paylaştığımızdan adım gibi emin olduğum arkadaşım: Labirentin içinde kaybolduğunu hissettiğinde kafanı kaldır ve gökyüzüne bak. Unutma; gökyüzü senin, benim, bizim, hepimizin!

Yazar: Elif Ayça Ölmez

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.