Kayıp Bürosu

''-21. Yüzyıldayız! Sence bunlara kim para verir? -Madem para etmez o zaman kayıp bürosuna götürelim hepsini.''

(Bu yazının okunması yaklaşık 2 dakika sürmektedir.)

-İşte bir tane daha buldum.

-Ne yapacağız tüm bunlarla?

-Satarız, belki alıcı çıkar.

-21. Yüzyıldayız! Sence bunlara kim para verir? Hem bilerek de buraya atılmış olabilir.

-Madem para etmez o zaman kayıp bürosuna götürelim hepsini.

 Yere eğilip yağmur suyuyla biraz çamura bulanmış parçayı yerden aldı ve cebinden çıkardığı poşete koydu.

 Araba kornaları ve gök gürültüsü sesleri eşliğinde yine de sakin gözüken caddeye çıktıklarında uzun boylu ve hantal bakışlı genç, otobüsün son seferi olduğunu bahane ederek bakışlarının aksine yağmur sularında ceylan gibi sekerek durağa gitti.

 Şemsiyesiz kaldığı için uzun burnuna damlayan yağmurla daha da sinirli gözüken siyah kabanlı adam, arkadaşının arkasından bir süre baktıktan sonra hızlı adımlarla sola döndü. Birkaç binayı geçince kayıp eşya bürosunu gördü ve aynı hızla merdivenleri tırmandı. Üniformalı memurlarla dolu bir odaya girdi.

 Devlet ülke çapında bu birimleri yeni yeni açmaya başlamıştı. Bu yerlerin diğer kayıp bürolarından farkı; düşürülen veya kaybedilen parçaların manevi boyutta olmasıydı. Bu memurlar da birimler için özel seçilmişti. Hisleri kuvvetli, yüz ifadeleri donuk ve karşısındaki insanın gözlerine bakınca içini okuyabilen yetenekli kişilerdi.

 Yağmurda ıslanan adam, eliyle ıslak saçlarını düzelttikten sonra cebindeki poşeti çıkardı ve ikinci masadaki memurun önüne koydu. 

-Bu parçaları bugün buldum. Sahipleri yoktu, ben de getirdim. 

-Bıraktığınız için sağ olun. İlgileneceğiz.

 Adamın dışarı çıkmasıyla depoya inen memur, işe ilk başladığındaki şaşkınlığını henüz yeni atlatmış vaziyetteydi. Poşete göz ucuyla bakınca adamın bunları neden satmadığını veya kendi için almadığını anladı.

 Depodaki raflar dolusu kutulara baktı. Bu birimlerin boşuna kurulduğunu düşünüyordu çünkü sahipleri gelip bunları almayacaktı. Muhtemelen kimsenin umurunda da değildi.

 Poşetten çıkardığı ilk parça diğerkâmlıktı. Bunu düşüren kişi şu an bencil bir şekilde hayatına devam ediyordu demek ki. Kendinden önce başkalarını düşünmek, çıkarının olmayacağı bir işe koyulmak veya yardım etmek gibi geleneksel şeylere gerek yoktu artık. Herkes kendi için yaşıyor ve her koyun kendi bacağından asılıyordu.

 Bir diğer parça anlam arayışıydı. Bunun baya eski olabileceğini düşündü. İnsanlar uzun süredir manevi bir şeyler aramayı bırakmıştı. Hepimiz bir şekilde hayatımıza devam ediyorduk. Uzun çalışma saatleri, geleceğe parasal yatırım, eve gelince yorgunluğu telefon başında geçirme, tatillerde ise kazandığını harcama gibi aktiviteler tüm anlarımızı dolduruyordu. Bu tarz arayışlara ayıracak vakit yoktu.

 Üçüncü parça empatiydi. Son zamanlarda empatinin düşürülmesiyle keskin kutuplara ayrılma arasında anlamlı bir artış vardı. Kimse kimseye tahammül edemiyor ve kendi gibi düşünmeyenlere, kendi gibi olmayanlara saygı ve sevgi duymuyordu. Gitgide artan nefret grupları kendi kendilerine alevlenip karşı tarafa ateş saçıyordu. Ülkeler ise bu durumu çözmek yerine sadece bastırıyordu.

 Dördüncü parça insanların kendilerine olan sevgileriydi. Kendisini sevmeyen başkalarına da sevgi gösteremiyordu. Elinde tuttuğu parça hakkında daha fazla düşünemedi. Hatta kendine sevgi gösterdi mi ya da onunla ilgili bir tecrübesi var mıydı hatırlamıyordu bile. Onu da kutuya koydu. Poşeti buruşturup çöpe attıktan sonra ışıkları kapatıp odasına çıktı.

Yazar: Beyza Nur Fındıkcı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.